Hayat bir değer... İnsan bir kere elde ediyor bu şansı; kimi insan için çok kısa bir macera, bazıları için ise uzun ve sağlıklı süreç...
Farkında mısınız, sık sık yurt dışında yaşayan insanlara öykünüyoruz, uzun yaşamları, hayata bakışları ve iç disiplinleri hep hayranlık duyduğumuz özellikleri...
Öncelikle kent yaşamları her türlü tedirginlikten uzak.
Bizde ise, hep sıkıntı var. Maddi, manevi sıkıntılar bir yana, yaşadığımız kent, kokladığımız hava hep sorun çıkarıyor yaşamımız boyunca...
Hoş, hiçbir şey eskisi gibi değil, daha çağdaş bir kimliğe doğru yükseliş var. Ancak dünkü yazımda da belirttiğim gibi, başka kaldırım işgalleri olmak üzere, birçok sorunla mücadele etmek zorunda kalır insan...
Oysa, yeni dünya düzeninde kent yaşamı, artık insanların rahatlığı üzerine kurulu... Tüm dünya bunun farkında ve önlemini alıyor.
Bu bizde de yaşanabilir.
***
Ancak bunun için kafamızı gömdüğümüz kumdan çıkarmak, kent yaşamında devrim sayılacak kararları hayata geçirmek gerek... Bunu yaparken de insanın bilinçlenmesine katkıda bulunacak girişimleri başlatmalı kent yöneticileri...
Öncelikle, üç ana sorunun çözümünde, ödün vermeden hareket edilmeli.
Otopark, çevre temizliği ve kaldırımlar...
Büyük şehirlerin ön önemli derdi, otopark sorunu... İzmir gibi, merkezleri, eski yerleşim yeri olan şehirlerde bu dönüşümü başlatmak çok zor ama çok önemli...
İzmir Büyükşehir, fuarda çok geniş yeraltı otoparkı yaptı, iki yeni projesi daha var ama yine de yetmiyor... Hoş, bu şehirde tüm caddelerin altı otopark olsa, bizim insanımız arsızca, fütursuzca aracını kaldırımlara, yol kenarlarına park etmeye devam edecektir.
Bu konuda hem çağdışı hem de fırsatçı bir kafa yapısına sahibiz. Bunu Karşıyaka'nın en önemli yeraltı otopark projesi olan Bahriye Üçok Bulvarı'nda görmek mümkün....
Otoparkın yarısı boş, oysa cadde araç yığılı... Yayalara bile onca geniş kaldırımdan geçme şansı yok, rezil bir durum yani...
Milyarlarla lira ödeyip süpersonik otomobil satın alanlar, otoparka üç lira ödemek yerine, aracını yol kenarında bırakıyor hem de her türlü tehlikeye açık biçimde...
Bu salaklığa daha ne denir?
***
Sokaklarda, "vatandaşla vals yapan", yayaların hayatlarını tehlikeye atan dolmuş ve taksi şoförleri ise, daha büyük sorun... Hele hele, otobüs duraklarına park edip, saygısızlıkta prim yapan, uyardığında pişmiş kelle gibi sırıtan, "Şikayet ederim" dediğinde, "İstediğin yere git, yürrrü" deme cüretini gösteren arsız şoförlerin arttığı bir dünyada, nasıl güvenli yaşar bir insan?..
Çünkü onlara bu cesareti veren de, bir ölçüde emniyet görevlileri... Daha sık denetleseler, uygulamada ısrarcı olsalar, gözlerinin yaşına bakmadan ceza kesseler, bakın bakalım bir daha böyle dayılık yapabilirler mi?
***
Bu şehrin en önemli sorunlarından biri de, çöpü... Yıllardır ayrıştırma sistemine geçemediğimiz gibi, dört milyonluk bir şehrin çöpünü nereye atacağımızı hala belirleyemedik...
İzmir Büyükşehir Belediye Başkanı Kocaoğlu nereyi işaret etse, hemen ertesi gün, o yörenin belediye başkanı tehdit edercesine karşı çıkıyor; "Döktürmeyiz" diye...
Peki o zaman 20 yıla yakın bir süredir, şehrin onca çöpünü bağrında eriten Harmandalı'nın günahı neydi?
İzmir bu soruna en kısa zamanda çözüm bulmalı... Çöpü uzayda yok edemeyeceğimize göre, İzmir'in herhangi bir köşesine yapılan, çevre sorununa yol açmayan, geri dönüşümlü modern bir tesis, soruna çözüm getirebilir...
Yoksa sıkıntı daha da büyüyecek.
Ve kent yöneticileri, kaldırımları artık yayalara bırakın... Sıkı bir denetim sistemiyle, kent kirliliğine, özgürlük ihlallerine göz açtırmayın. İster zabıta ister başka bir güvenlik timi sir an önce harekete geçmeli...
Amaç kaldırımları artık gerçek sahiplerine, yayalara bırakmak olmalı... Çünkü büyük şehirde güvenli yaşamanın ipucu, herkesin işini doğru yapmasıdır.
Türk insanının daha uzun ve sağlıklı yaşamasının önü, insanına değer vermek ve saygı göstermekle açılır.
İnsanımızın buna hakkı var.
GÜNÜN SÖZÜ
Düşmanınızın neden korktuğunu anlamak için, sizi ne ile korkuttuğuna bakın.
Eric Hoffer
Dizi izleme profili değişti
Televizyon izleyicisinin beklentileri artık çok fazla... Ancak bu, ne senaryodan ne de oyunculuktan kaynaklanıyor.
İzleyici Amerikan tarzı filmleri seviyor derseniz, yanılırsınız... Çünkü büyük iddialarla ekrana gelen ne 20 Dakika ne de İntikam izleyiciyi sarmadı. Dizileri ekrana getiren kanallar, iki yapımın ilk bölümlerini defalarca yayınlamasına karşın, izleyiciyle bir sıcaklık oluşmadı.
Demek ki, her dizi "Son" gibi olmuyor. Bu iki dizi de, kısa keserse, hiç şaşırmam.
***
Dramatik, hüzünlü dizilerin hoşlanıyor, dersiniz onun da garantisi yok. Böyle düşünüp, üç-dört yıl sürer diye düşündüğünüz "Hayat Devam Ediyor" ansızın sona erdi bile... Ki iyi gidiyordu.
Benzerlerini de aynı akibet beklerse hiç şaşırmam.
Gerçek, dizi izleyicisinin profilinde bir değişim olduğu... Bu değişim, izlediklerinden tatmin olmama, beklentilerini karşılayamama tavrında...
Çabuk eriten, çabuk tüketen ekran, en önemli kozlarını da bir bir yok ediyor. Yerli dizi faktörü öylesine örselendi ki, izleyici bile bu duruma şaştı.
***
Şimdi favori, "Kabadayı" gibi yapımlar, nedeni de izleyicinin kendisiyle özdeş kimliği... O hırslandıkça, haksızlığa karşı çıktıkça, öfkelendikçe, izleyici kendini buluyor.
Bu yüzden "Kabadayı" ekibinin de yarattıkları karakteri bu şekilde çeşitlendirmesi şart.