Oğlum 10 yaşında. Arkadaşlarının anneleri ile bir araya geldiğimizde sohbetlerimizde vardığımız nokta hep çocuklarımızın yaşamdan ne kadar kopuk büyüdükleri oluyor. Öyle bir kopukluk ki bu, adeta bir robot gibi bizim programladığımız hayatların içinde var olmaya çalışıyorlar. Halbuki gerçek yaşamda kendi hedefleri olmalı öncelikle. Hedefleri doğrultusunda yürünmesi gereken meşakkatli yolu kendi başlarına aşmalılar. Aşmalılar ki, başarmanın hazzı ve gururu ile hayata hazırlanmalılar.
Tabii ki bunlara da izin vermiyor, aşırı korumacılığımızla camdan kırılgan bireyler yetiştiriyoruz. Bu da yetmiyor, çocuklarımızı kendi hayallerimizin köleleri haline getirip; onlara hayal kuracak fırsat bile vermiyoruz. En kötüsü ise kıyamıyoruz. Acı çekmelerine, zorlanmalarına, üzülmelerine dayanamıyoruz; buna da izin vermiyoruz. Aslanlar gibi onlar adına mücadele edip, sen yapamazsın mesajıyla büyük beklentilerimizin çelişkili dünyasında kafalarını karıştırıyoruz...
SÜPER ANNELER
Üç aylık yaz tatilleri de başladı. Paşalar, prensesler gibi eğlenip aktiviteden aktiviteye koşsunlar istiyoruz. Ama yetmez elbette. Surf, dans, yüzme, basket ya da o yaz hangisi modaysa geri de kalmamalılar. Aile bütçesi biraz sarsılacak ama olsun. Biz süper anneler tüm fedakarlığımızla o kurstan diğerine koşturabiliriz.
Bu arada çocuğumuzun ilgi alanını keşfetmek için zaman ayıramayabiliriz, hatta soramayabiliriz bile. Eh o kadar kusur kadı kızında da olur...
BALIĞI UÇMAYA ZORLAMAK
Bu aktiviteler çok önemli elbette. Hele de 3 ay gibi çok uzun süren yaz döneminde. Yaz okulları ve kurslar eğitim ve öğretimin devamlılığını sağlayacak ve hayatla ilgili temel becerileri kazanmada yardımcı olacak. Ama, kuşu yüzmek; balığı da uçmak için zorlamadığımız sürece. Yani ilgi alanlarını doğru belirleyip, bunaltmadığımız miktarda. Ve kurslar dışında yapmamız gerekenleri atlamadığımız ölçüde.
Bizlerin çocukluğunda 3 ay sadece dinlenme ya da eğlenme zamanı değildi. Bizlerin eğitimi yazın da devam ederdi. Nasıl mı? Öyle özel derslerle falan değil tabi ki...
Erkekler, bazen de kızlar babalarının ya da güvendikleri birinin yanında işe başlardı. İş dediğime bakmayın. Aileler işverene gizlice ödeme yapar, çocuklarının hayatı öğrenmesini isterlerdi. Eğitim okulla sınırlı değildi yani.
Getir götür gibi basit işlere bakan çocuk işe yaradığını hisseder; sorumluluk duygusu artardı.
Özgüven için ise öyle psikoloğa falan çok ender ihtiyaç duyulurdu. Günün ya da haftanın sonunda aldığı yevmiye koltuklarını nasıl da kabartırdı. Hele bir de evine bir ekmek aldıysa cakasından geçilmezdi. Farklı insanlarla kurduğu diyalog ile iletişim yeteneği gelişir, emeğin değerini görür, farklı yaşamları tanır, empati yeteneğini geliştirir, ekonomiyi öğrenir, bilginin gücünü fark ederdi. Tüm bu kazanımları tatilde edinirdi. Eğitim her yerdeydi. Çocuklar yaşamın her alanındaydı. Günümüzdeki gibi sanal ya da yapay ortamlarda var olmaya çalışmazlardı.
YAZ PROJELERİ
Biz de bu sene haftada iki yarım gün oğlumun çalışmasına karar verdik. Şanslıydık, verebileceğimiz güvenilir iş yerleri vardı. Tabi ki müzik ve spora da devam edecek. İlk iş günü belli etmemeye çalışsak da biz de en az oğlum kadar heyecanlıydık. Gün sonunda hiç telefon ya da tabletle meşgul olmadığını memnuniyetle öğrendim. Üstelik geldiğinde mutluluktan uçuyordu.
Mesai arkadaşları ile yemeğe gitmesini bile anlatırken coşku doluydu. Yevmiyesini çerçeveletip asmak istediğini söyledi. Nasıl da gurur duyuyordu kendiyle. Tabi biz de onunla.
Yorgunluğundan bile keyif alıyordu. O an, işyerleri ile işgüvenliği kuralları çerçevesinde yaz tatillerinde çocuklarımıza yönelik projeler geliştirilse ve yaz tatillerinde eğitimi dışarıya taşısak diye düşünmeden edemedim. Bir sporcunun 3 ay antrenman yapmaması düşünülebilir mi?
Öğrencilerimizin de hayat performanslarını arttırmak, bu üç ayda bu tarz projelerle mümkün olabilir kanaatindeyim. Neden olmasın?