Hakkını vermek
Yaptığımız işin, bulunduğumuz konumun, arkadaşlarımızın, çalışanlarımızın, patronlarımızın, hobilerimizin, hayatın, hatta karantina günlerinin hakkını vermek gerek.
Vermediğimizde, işte vasat olur, konumumuzda gülünç duruma düşer, arkadaşlarımızı kırar, patronlarımıza inancımızı yitirir, hayatı tatsız tuzsuz yaşar, karantina günlerinde boğuluruz.
"Karantina günlerinin hakkını vermek mi?" dediğinizi duyar gibiyim. Evet, hatta karantina günlerinin kıymetini bilmek kastettiğim. Allah tüm hastalara acil şifalar, kaybettiklerimizin yakınlarına da sabırlar versin. Her hastanın ve kaybettiğimiz vatandaşın acısını hisetmemek mümkün değil... İşte bu yüzden, bu pandemiden kurtulabilmek için karantina kurallarına uymak zorundayız. Madem zorunluyuz, en yaşanır hale getirmekle de yükümlüyüz evdeki günlerimizi.
Aslında yıllardır süren rutinin dışına çıkmak iyi de gelebilir bize. Pandemi stresine gömülmediğimiz sürece elbette.
Evet, kendimiz için yeni bir gerçeklik oluşturabilir, değişen şartlarda tekrar bir yenisini yaratabiliriz. Ama bunun için sıkışmışlık hissinden kurtulmak gerekiyor. Bu hissi yaşamamak içe döndüğümüzde, oradaki zenginliği kavradığımızda çok daha kolay olacaktır.
FARKINDALIK EĞİTİMİ
Bu hafta katıldığım bir online eğitimde, farkındalığın altı özellikle çizildi. Kendimize dönüp, hayata sonra da bu yaşadığımız sürece bakışımızı, tepkilerimizi gözlemlemek ve tanımak bir çok kısır döngüden bizi kurtarabilecek belki de. Durup, kendimize yardım etmek yani. Mesela, kızım bir otur, dinlen diyebildik mi senelerdir kendimize? Dinlen demeye vaktimiz mi yoktu? Öyleyse ne içindi bu koşuşturmalar, sorguladık mı? Dur artık, bu hırs niye diyebildik mi? Ya da hedeflerimizin kendimize uygun olup olmadığını değerlendirdik mi? Ya sonuçları? Biliyorum, hiçbirimizin vakti yoktu bunlara. Vaktimiz olmadığı için bize dikte edilen yaşamları, biçilen rolleri sorgusuz sualsiz yaşayabilmek için ne hayatlar feda ettik. Yetmedi, hiçbir başarı ya da başarısızlık hızımızı kesmedi. Kesmediği gibi gerçek başarının ne olduğuna da kafa yormadık. Özellikle bu günler farkındalığımızın artması için bulunmaz bir fırsat aslında. Modern çağın zihinlerini dinlendirmek için de tabi. Hiç durmadan konuşturulan, çılgınca hayatlar yaşatan zihinleri. Fikirsiz, boş konuşan zihinleri...
HAYATIN TELAFİSİ YOK
11 Ayın Sultanı Ramazan evlerimizi şenlendirmişken, tam da bu ayın ruhuna uygun muhasebelerimizi iyi yapalım. Hayat geçiyor ve telafisi de yok. Çocuklarımıza daha iyi bir dünya bırakmanın birçok şartı var.
Bunlardan biri de, hırslarımızdan kurtulmak. Kurtulmanın yolu ise sadece düşünmek.
Düşündüğümüzde o hırsların anlamsızlığı ile yüzleşmek. Hayatın erdem, onur, sevgi ve insanlık gibi gerçek değerlerini keşfedebilmek.
Bunlar olduktan sonra ise çok çalışmak.
Erdemsiz çalışkanlığın insanlığa bir faydasının olacağını düşünmüyorum çünkü.
Ve belki de bu sayede en değerli hediyeyi, çocuklarımıza, rol model olarak vermek.
Hakkını vermek demişken, bunun yaşamdaki değerini çocuklarımıza öğretmek gerek. Ders çalışırken dersinin, film seyrederken filmin, oyun oynarken oyunun hakkını verip; o anda onlara odaklanmalarını istemeliyiz.
Anda kalmalarını yani. Gelecek ve geçmişin kaygılarından arınarak...
Arınmak, bu çağın tüm kirlerinden olmalı... İnsani değerleri benimseyenlerde o lekeler tutmayacaktır zaten.
Önceliklerimizi doğru belirleyip, yönümüzü yolumuzu şaşırmayalım, şaşırtmayalım. Çocuklarımıza bırakacağımız manevi miras onların içsel zenginliğini sağlayacak, o da hayattaki en büyük güçleri olacaktır.
Öyleyse çocuklarımızla birlikte tekrarlayalım, hoş geldin ya Şehr-i Ramazan diyelim..
Ayrıntılar için lütfen tıklayın.