Yazmanın büyüsü
Çok küçüktüm... İlkokul 3. sınıfa gidiyordum en fazla. Mahallemizdeki yaşlı teyzeler Almanya'da yaşayan kızlarının, oğullarının isimlerini söyler, bir de kalem kağıt verirlerdi elime...
Sonrası bana aitti. Balıkesir'deki hava durumundan başlar, teyzelerin sağlık durumu ile devam eder -ki merak etmemeleri için bildikleri sağlık problemlerinin iyiye gittiğini yazardım istisnasız- ne kadar özlendikleri ile devam ederdim...
Mektubu bitirdiğimde okuyan teyzelerin gözlerinden süzülen bir iki damla yaşı bir yandan yazımın başarısı olarak görür, diğer yandan yaşlı teyzenin hüznüne katılır, onunla üzülürdüm. Utanır, onunla ağlayamazdım. O günlerden öğrenmişimdir gurbetin zorluğunu, herkeste her yaşta acının benzer şekilde yaşandığını; ağlamanın güzelliğini, ne kadar insana dair olduğunu ve yazmanın/okumanın terapi edici özelliğini...
Balıkesir'in sıcak, kuru yazlarının yaratıcı eğlencesiydi benim için bu düşler. Tüm arkadaşlarımın köylerine ya da yazlıklarına gittiği uzun, bitmeyen tatil günlerimin yoldaşlarıydı teyzeler ve gurbetteki kızları. Yazdığım insanların uzak diyarlardaki yaşamlarına uzanırdım bu sayede. Nasıl yaşıyorlar, ne yiyorlar, ne giyiyorlar hepsinden önemlisi neler hissediyorlar? Orada yaşamak zor mu, keyifli mi? Gelen mektuplarla onlar da ağlıyorlar mı?
Kendi yarattığım kurgu yetmez, cevap mektubunu en az sahibi teyzeler kadar sabırsızlıkla beklerdim. Beklemeyi de belki o zamanlardan öğrendim.
KAÇIS VE GERI DÖNÜS
İyi ki o teyzeler güvenip böylesine ayrıcalıklı bir görevi bana veriyorlardı.
Kendi hayatımın dışında birçok hayatı tanıma fırsatı buldum küçücük yaşımda. Diyorum ya hep tüm imkansızlıklara rağmen şanslı nesildik biz. İnsana dair ne varsa katıksız yaşayabilen ve üzerinde düşünen...
Kendine fayda amacı gütmeden yararlı olabilmek için uğraşan, hatta bu sayede yaşamını zenginleştiren hobiler edinen.
Duygularımızı kabullenebilmemiz ve hatta yaşayabilmemiz bile hep bu yaşanmışlıklarımız veya kaçışlarımız ile bağlantılı değil mi zaten? Ve kendi hayatlarımızın kısır döngülerinden kaçışın, bohçamızı doldurarak dönüşün ise en etkili yolu okumak ve yazmak olmalı. Devrilip düşmeden yürümeye çalıştığımız, düşsek bile kalkmayı başarabilmeyi umduğumuz bu hayat yolunda insanın çağlardır varmaya çalıştığı gerçeği bulmanın da yollarından okumak...Ve tabi yazmak...
SAIRIN EZGISININ AGLATTIGI YER
Yazdıkça aslında kendimizi okuyoruz. Bazen bir hikayede, bazen bir efsanede, bazen de başka bir insanda kendimizi bulmuyor muyuz, şairin ezgisinin ağlattığı yerde kendimizle buluşmuyor muyuz? İçe atılan, anlatılamayan, paylaşılamayan sıkıntılar hatta bazen sevinçleri dışa vurmanın en kolay yolu yazmak. Üstelik yayınlamanız ya da başkalarına okutmanız da gerekmiyor.
Düşünceleri kağıda yazmak, yeni fikirlerin doğmasını da sağlayacak aynı zamanda. Olumsuz duyguların içimizde yük olmaya başlamasını engellemenin yolu yazmak...
Evde tek başına zaman geçiren çocuklarımız için de yazının iyileştirici gücünden faydalanmak zor geçen bu günleri kolaylaştırabilir. Yazmanın büyüsü ile tanıştırmak, hayatlarına katacağımız büyük zenginlik olacak.
Yaşanan olumsuz duygular üzerine yazmanın , stres düzeyini azalttığı kanıtlanmış. Kalbi kavgalarla , beyni derin düşüncelerle yorulanların huzura ulaşmasının yollarından biri yani yazmak. Duygular yüreğimizde yıllarca boğuşacak elbette, fırtınalar belki kasırgalara da dönüşecek, insanlar mutlu ettiği kadar üzmeye devam edecek ama yazdığımız ölçüde fırtınaları melteme dönüştürme, insanları kendi yolunda görme gücümüz olacak... Hepsinden önemlisi kendi değerimizin diğer insanlarınki kadar olduğunu görüp anlayacağız, yazdıkça ve kurguladıkça.
Ayrıntılar için lütfen tıklayın.