Benimle oyun oynama deriz kızdığımızda...
Halbuki en çok sevdiklerimiz ile oyun oynarız çocukluğumuzdan beri, ya da birlikte oynadıklarımızı severiz. Oyun arkadaşlarımızla uyumumuz kadar mutluyuz desek, abartmış olmayız sanırım.
Aslında hayatın her alanı bir oyun.
Ev, işyeri veya okul. Oyunun kurallarını belirleyenler, bu kuralları esnetenler, ya da tam kuralına göre oynayanlar var. Bir de mızıkçılar. Oyunu ne size ne de kendi içlerine sindirenler yani... Her oyunun hikayesi bir de. Birbirinden ayrı görünen alanların bağlantılı öyküleri. Ve bu kurguların anlatıcıları.
Bazı oyunlar içinizden geldiği gibi anlık şekillenir ve kendi kurallarını oluştururken, bazıları büyük stratejiler gerektirmekte.
Tıpkı hayat gibi. Bazı oyunlar çocukluğumuzda dizimizi, büyüdüğümüzde yüreğimizi kanatırken; oyundan çıkanlarla ciğerimiz hep aynı yanmakta.
Ama oyun hep devam etmekte. Bittiğini sandığımız yetişkinliğimizde bile. Farkında olmadığımız ve adını hayat koyduğumuz oyunun hikayesi içinde bazen kendi yangınlarımızda köze dönüşüyoruz. Ya da küllerimiz ilham oluyor sonraki oyunlara, oyunculara... Oyunlarımızda hep çocukluktaki lezzetin peşindeyiz. Veya acıyı yok etmenin...
Doğan Cüceloğlu hoca 'Bir insanın anavatanı çocukluğudur' derken o dönemin önemini ne güzel anlatmış.
Çocukluğumuzda aldığımız tat ya da acı anavatanımız olacak. Hep ona döneceğiz yani. Hayata hazırlandığımızı sandığımız o süreç aslında geri kalan tüm yaşamımıza bakış açımızın ve duruşumuzun şekillendiği dönem. Yolda karşılaştıklarımıza verdiğimiz anlam, hayatla akışımız ya da hayata direncimiz hep o anavatandan bize kalanlarla ilgili.
Dayanışmayı, rekabeti, hileyi de hep çocukluk oyunlarımızda öğrenip, yetişkin hayatlarımıza taşıyoruz mesela. Düşünce kalkmayı, yardım etmeyi, hakkımızı aramayı, bazen vazgeçmeyi; hatta belki de kaçanı kovalamayı oynarken tecrübe ettik. Şimdiki çocuklar da deneyimliyor.
Oyunlar sanal dünyada ve çok farklı da olsa, kazandıkları tecrübeler bizimkiler ile aynı. Oyun her yaş için güçtür.
Çünkü oyun oynarken sadece kendimiz oluyoruz. Plato yıllar öncesinde 'bir insanı tanımak için onunla oyun oynarım' demiş. İletişimin en güçlü yollarından biri yani oyun oynamak.
Oyunlar da tıpkı eğitim süreci gibi davranış değişikliği oluşturmakta, öğretmekte.
Yurt dışında çocuklar okullarda oyun ile öğrenirken bizde çok yaygın olarak 'çocuklar oyun bitti, şimdi ders zamanı' denilebiliyor. Halbuki oyunlaştırma yöntemi kullanılarak küçük bir ödül ile içsel motivasyonları geliştirilebilir, dersler daha zevkli hale getirilebilir.
Oyunlaştırılmış derse koşarak gelen öğrenciler, ileride daha iyi bir hayatı da herkesin yararına olacak kendi kuralları ile oynayabilecekler. Öyleyse hep birlikte oyuna. Unutmayalım yaşlandığımız için oyun oynamayı bırakmıyoruz, oynamadığımızda yaşlanıyoruz.