Sevgi ya da yakınlık duygusu hiç bir fanusun içindeki balık gibi hissettirdi mi size? Sevdiğiniz birinin yükünün farkındalığını yaşadınız mı? Kulağa sert ve kötü geliyor öyle değil mi? Tabiki de sevdiklerimizi yük olarak düşünmek istemeyiz. Aksine, onlar birer armağan bizlere. Onlar için fedakarlık yapmaktan da mutluluk duyuyoruz. Hayatlarını iyileştirmek, acılarını hafifletmek için gereken her şeyi yapabilmek iyi hissettiriyor... Sevginin kendi içinde her daim bir ödülü olduğunu düşünen biriyim ayrıca. Çünkü sevgi çok yüce bir duygu. Varlığı, aydınlığı umudu ışığı, yokluğuysa, boşluğu korkuyu, nefret ve karanlık duyguları çağrıştıyor bende. Anlatmak istediğim biraz daha farklı.
Çocuklarımız hasta olduğunda evde kalıp onlara bakmak için işi gücü unuturuz ya hani. Bir ebeveynimizin yardıma ihtiyacı olduğu için çok ihtiyaç duyduğumuz tatili iptal ederiz. Kardeşimiz işini kaybettiği, kirada ve yardıma ihtiyacı olduğu için yeni ve şık bir araba almayı erteleriz. Sonrasında ise tüm bunlarla uğraşırken asıl yapmak isteyip yapamadıklarımızı düşünür, derin bir kızgınlık ya da suçluluk duygusuyla başbaşa kalırız. Bunlar hep sevgi için değil mi, diye sorarız kendimize. Evet öyle çünkü sevginin de bir bedeli var. Doğru şeyi yaptığımızı bilsek bile, bir süre sonra fedakarlığın ağırlığını hissedebiliyoruz. Yükümüzün ağırlığını. Ve bu yükü hissettiğimiz için kendimizden nefret de edebiliyoruz. Bunlar çok normal duygular. Çünkü hepimiz insanız.
PANİKLE YAŞAMAK
Babam kalp hastasıydı. Geçirdiği kalp krizlerinin ardından kalp pili ile yaşamaya başladı. Oldukça hassas bir yapısı vardı. Ölümden öyle korkardı ki her an kötü bişey olacakmış gibi yaşardı hayatı. Hastaneye yakın oturmak isterdi hep mesela. Doktorlar elinin altında en yakınında olmalıydı her daim. En ufak bir problemde ambulans yerine ilk önce çocuklarını arar, gecenin üçü bile olsa onları uyandırır, beni hastaneye götürün, iyi hissetmiyorum derdi. Ailecek, farkında olmadan gelişen bu duyguyla, yani panikle yaşamayı öğrenmiştik. Ama bu duygunun bir baskı oluşturduğunu, aslında öğrenmek değil de, hayatımızın içine bağdaş kurup yerleştiğini farkedememişiz. Sevginin getirdiği yük mü ağırdı yoksa ağır bir yükü sevginin ortasına bir bomba gibi yerleştirip bırakıp gitmek mi... Babamın son dönemlerinde annemin demans hastalığı iyice ilerledi. Bir taraftan 50 yıllık eşinin gözünün önünde yitip gidişini, bizlerden uzaklaşmasını izliyor, diğer yandan sevgisine sahip çıkarak, bakımıyla ilgili elinden geleni yapmaya çabalıyordu. Hem fiziki hem duygusal yükü birarada taşımak çok daha ağırdır. Ama onu hiç ağlarken görmedim mesela. Hep şakaya vurur, gülümserdi hep şükrederdi benim babam, her güne bahçesinde çiçekleriyle uyanır, geceyi balkonunda huzurla sonlandırırdı. Çünkü sevginin bir emanet olduğunu biliyordu. Sevgi her zaman eşit olmaz, bazen rahatsızlığa davet eder, bazen fedakarlığa... Ama içindeki ışık yolumuzu her daim aydınlatır. Sevdiklerinin ölüm döşeğinde biten nice hikaye var. Kocaların, eşlerin ve çocukların bütün kalpleriyle, tam varlıklarını, koşulsuz sevgilerini , koşulsuz ilgilerini sundukları hikayeler. Bir film sahnesi geldi gözümün önüne. 60 yıldır evlilerdi. Bugünün standartlarına göre bir evliliğin ortalama yaşam süresinin neredeyse yedi katı. Ve şimdi bir hastane yatağında ölmek üzere yatıyordu. Eve gitmek istemiyordu. "Bir yük olmak istemiyorum" dedi, eşine bakarak. Bunun üzerine kocası yıkıldı ve ağladı. Tek istediği, sadece birkaç günlüğüne de olsa, onun eve dönmesiydi. Ellerini tuttu, hıçkırıkla ve nefes nefese kalarak tekrarladı: "Aşk bir yük değildir. Aşk bir yük değildir. Aşk bir yük değildir." Sevginin yük olduğu bir aileden geliyorsak, artık hayatımız boyunca o yükten kurtulamıycağımızı düşünürüz. Çoğunlukla da hayatımızın içine gelir yerleşir bu durum bazen bilinçli bazen bilinçsiz olarak. Peki ya sıkışmış hissetmeden, hiçbir yere gitmeden, öncelikle kendimizden sonra sevdiklerimizden kaçmadan, uzaktan uzağa izole olarak da onlarla yaşayabilmek mümkün mü? Düşünün ki kocanızın ya da sevdiğiniz insanın ilişkiniz içinde rahat hissetmesi, hatta güvende hissetmesi için elinizden geleni yapıyorsunuz. Ancak, ne yaparsanız yapın veya ne söylerseniz söyleyin yeterli olmuyor ve zamanla kendi ilişkinizde bir tutsak gibi hissetmeye başlıyorsunuz.
Sevginin bir yük haline geldiğini ve artık eğlence ve heyecandan uzaklaştığını hissediyorsunuz. Birlikte vakit geçirdiğiniz sürece, her şey yolunda ve olması gerektiği gibi. Ancak arkadaşınızla buluşmak istediğinizde mesela, partneriniz size mesaj atmadan veya sizi arayıp kontrol etmeden hiçbir yere gitme lüksünüz yok... Onlara şüphe etmeleri için tek bir sebep bile vermediğiniz halde hem de.
GERÇEKÇİ OLMAK
Eğer bu durumu durdurmazsa, ilişkinizi mahvedeceğinden ve sizi uzaklaştıracağından korkuyorsunuz. Hep sadıktınız ve bildiğiniz kadarıyla onlar da öyle. Ama birkaç saatten uzun süre ayrı kaldığınızda özgüvenleri kayboluyor. Onları ne kadar sevseniz de, paniklemiş bir sevgiliye aşık olmanın yükünü her zaman hissediyorsunuz ve bu hiç de iyi hissettirmiyor. Ama hayat tabiki de, onların etrafında dönmemeli. Her ne kadar onları haklı görmek isteseniz de, bunu yapmayın. Burada kendinize karşı gerçek olun. Davranışlarına ve geldikleri duruma gönüllü olarak katılan sizdiniz. Başlarda hiçbir şey söylememeniz, kendinizi tam da şu an, panik halindeki bir sevgiliyle bulmanızın ana nedeni!
Danışanım Catherine için sevgi ve yakınlık duyguları gerçek bir hapisi andırıyordu. Alkolik bir anne ve tacizci bir baba tarafından büyütüldü ve kendi duygularıyla uyumlu olduğu bir zaman hiç olamadı. Onun yerine, sürekli olarak annesinin ruh hallerine uyum sağlıyordu. Küçük bir kızken bile sadece annesinin bakıcısı oldu. Annesi için o her şeydi. Bu yüzden ona sık sık onu mutlu eden tek şeyin kendisi olduğunu hatırlatırdı. Ancak Catherine için bu sevginin bedeli çok ağırdı; o andan itibaren büyük bir sorumluluğa bağlanmıştı. Sevgiye değil. Araştırmalar, ebeveynleri arasında yoğun duygusal çatışmaların yaşandığı bir evde büyüyen ve genellikle bir veya her iki ebeveynin kurtarıcısı ve koruyucusu olarak görevlendirilen çocukların diğer çocuklara göre daha savunmasız olduğunu gösteriyor. O da annesinden hiçbir zaman sevgi eksikliği hissetmese de, küçük yaştan itibaren sevgiyi, gerçek bir sorumluluk duygusu taşıyan bir zorunluluk olarak deneyimledi. Ve büyüdükçe yakınlık ve samimiyet duygusunu özledi. Birkaç ciddi erkek arkadaşı vardı, ancak işler evliliğe doğru gidiyor gibi olduğunda hep ilişkiyi bitirdi. Evliliği düşündüğünde boğulmuş ve kısıtlanmış hissettiğini anlattı. Catherine'in durumunda açıkça görebildiğimiz- Partnerlerini çok sevdiği için onlara karşı bir sorumluluk duygusu taşıyordu ve aşkın eğlenceli taraflarından zevk alamıyordu. Bir ilişkiye girdiğinde, yapılacak en iyi şeyin kendini tamamen bu ilişkiye adamak olduğunu düşünüyordu. Sonunda kendini terk etti, özerklik duygusunu kaybetti ve yakınlığa karşı alerji hissetmeye başladı. Onunla, kendisiyle yakınlaşması, ilişkilerinde geri çekilmeden, kopmadan kendine alan yaratması üzerinde çalıştık. Sevgi dolu bir ilişki, beğenilerinizden, beğenmediklerinizden, hırslarınızdan, arkadaşlarınızdan, hayallerinizden ve hayatınızdan bir başkası için vazgeçmek değildir. Öyle olsaydı, aşk kesinlikle bir yük olurdu.
DENGELEMEK
Sevgi zaman zaman gerçekten de yük hissettirebilse de, aynı zamanda muazzam bir neşe, tatmin ve mutluluk kaynağı. Bu yönleri dengelemekse sadece bizim elimizde. İlişkilerimizdeki deneyimlerimizin bir parçası. Sevginin getirdiği tüm yükleri dengeleyebildiğiniz, huzur dolu bir hafta olsun.