Piyasaların belirsizliğe bağlı yüksek risk algıları devam ediyor. Mümkün olduğunca temkinli hareket etmeye çalışıyorlar. Daha doğrusu hisse senedi gibi riskli enstrümanlardaki pozisyonlarını risksiz tarafa kaydırmayı tercih ediyorlar.
Yılın ilk iki ayında yaklaşık 1,78 milyar dolar hacminde net portföy yabancı sermayesi girişi olmuştu. Hatta yine aynı zaman diliminde 446 milyon dolar civarında doğrudan yabancı sermaye reel sektörde yatırım yapmıştı. Ancak Mart ayında itibaren Türkiye diğer gelişmekte olan ülkelerden negatif yönde ayrışmaya başladı. Merkez Bankası bu ayrışmayı ülke risk primi, belirsizlikler ve jeopolitik riskler olmak üzere 3 temel faktöre dayandırıyor.
Mart sonunda bu nedenlere bağlı olarak yabancı sermaye çıkışları arttığı için kurlar ve faizler de doğal olarak yükselmeye başladı.
Hem faizlerin hem de kurların daha fazla yukarı gelmemesi gerekiyor. Faizler konusunda zaten herkesin ortak görüşü bu yönde. Faizler yükselince kredi kanalları daralıyor, büyümede iç talebe yeterli desteği veremiyor. Faizler yükselince firmalarda yatırım kararlarını ertelemek zorunda kalıyorlar. Hazine kamu açığı finansmanını daha yüksek maliyetten yapmıyor. Daha da önemlisi faizler yükseldikçe bankaların sahip oldukları tahviller değer yitirdiğinden aktifleri eriyor.
DÜZ MANTIK GEÇERLİ Mİ?
Ama kurlar konusunda değişik görüşler olabiliyor. Kurlar yükselince ithalat fiyatları yükseldiğinden ithalat zorlaşıyor, buna karşın ihracat fiyatları dolar cinsinden düştüğünden ihracat kolaylaşıyor. İşte bu argümanı öne sürenler, düz mantık ile kurların yukarı çıkmasının getireceği faydayı savunabiliyorlar.
Oysa belli koşulların oluşması gerekiyor.
Bunların başında talebin fiyat esneklikleri geliyor. Yani fiyat düşüşüne talep edilecek miktarın vereceği tepki tamamen malların özelliklerine göre değişiyor.
Diğer bir koşul da üretimde dışa bağımlılık oranı. Eğer üretim yapmak için ithalat zorunluluğu varsa, olumlu etki sınırlı kalabiliyor.
Fazla uzatmayayım. Türkiye ekonomisi için kur oynaklığının azalması hayati önem taşıyor. Bunun için de beklentilerin düzelmesi ve risk algısının ılımlı hale gelmesi gerekiyor.
MB GÜVEN VERMELİ
Merkez Bankası'na çok iş düşüyor. Bir önceki yazımda da vurgulamaya çalıştım.
Kısmen kaybettiği güveni yeniden vermeli.
Gereken önlemleri önceden alacağı gibi piyasalar tarafından çelişkili bulunan rezerv konusuna da açıklık getirebilmeli, kuşkuları ortadan kaldırmalıdır. Enflasyon Raporunda "rezerv yeterliliği değerlendirilirken net değil brüt rezervler hatta tüm bankacılık sisteminin sahip olduğu dövizler hesaba katılmalıdır" yargısı ne yazık ki ikna edici olmuyor. En kötüsü de Merkez Bankası'nın kur oynaklığını azaltma konusunda gücünün piyasalar tarafından sorgulanır olması...
Bu yıl gıda fiyatları enflasyona 0,7 puan olumsuz katkı yapacağı gibi 0,3 puanlık olumsuz katkı da kurların artışından gelecek. Kurlar artarken küresel petrol fiyatları da dolar bazında yükseliyor. Eğer kur artışları sürerse katmerli bir etki üretim tarafından enflasyona yansıyabilir.
Sözün özü piyasalar biran önce sakinleşmeli ve risk algıları makul seviyelere gelmeli. Aksi takdirde kurların ve faizlerin üzerindeki basınç yükselişini koruyabilir