Merkez Bankası dün Mart ayı "ödemeler dengesi" verilerini açıkladı.
Beklendiği gibi cari açıktaki düşüş sürüyor. Hatta son verilere göre beklentilerin de altında gerilemiş. İlginç olan cari açık gerilerken TL'nin değer kaybının hız kesmemesi. Tabi ki birçok içsel ve dışsal faktör var kurları etkileyen. Ancak kurlar için olumlu bir verinin açıklanmasından sadece birkaç saat sonrasında dolar ve euro yüzde 2'nin üzerinde değer kazanıyorsa biraz düşünmek lazım. Bir yerde tansiyon ilacına rağmen tansiyonu hızla yükselen bir hastaya benzetebiliriz. Ödemeler dengesi diğer ülkelerle yaptığımız mal ve hizmet ticareti, yabancı sermaye akımlarını ve bu iki ana kalemi dengeleyen resmi rezervdeki değişim ve son olarak net hata ve doksan ana kalemlerinden oluşuyor. Mal ve hizmet alım ve satımları sonucu cari işlemler dengesi belirleniyor. Cari açığın gerilemesi döviz açığının gerilediğini gösteriyor. Bu da doğal olarak dolar ihtiyacının azalması anlamına geliyor.
AYNI RESMİ GÖREBİLİYORUZ
Döviz açığımız Merkez Bankası verilerine göre Mart ayında 589 milyon dolara inmiş.
Geçen yılın eş dönemine göre düşüş 4,1 milyar dolar civarında. Bunun sonucunda 12 aylık cari açık ise 12 milyar 829 milyon dolara kadar çekilmiş. Cari açığın gerilemesinde en büyük pay dış ticaret açığının...
Martta ithalat ihracattan sadece 912 milyon dolar fazla olmuş.
Cari açık gerilemesine rağmen kurlar neden yükseliyor? Bu paradoksu nasıl açıklamalıyız?
Birincisi cari açığın aşağı gelmesi kendi iç dinamiklerinden öte ekonomik performansın momentum kaybetmesinden kaynaklanıyor. Her durgunluk döneminde aynı resmi karşımızda görebiliyoruz. 2008 küresel krizinden doğal olarak Türkiye ekonomisi de nasibini almış ve 2009 yılında küçülme yaşanmıştı. Bu yüzden 2008 yılında 39,4 milyar dolar olan cari açık 2009 yılında 11,3 milyar dolara inmişti.
2011 yılındaki rekor büyümenin ardından 74,4 milyar dolara kadar yükselen cari açık hemen bir yıl sonra büyüme hızının gerilemesiyle 47 milyar dolara çekilmişti.
İşte piyasalar düşüşün sürdürülebilirliği konusunda emin olmadıkları için beklendiği gibi fiyatlama yapmak istemiyorlar.
HİSSELER OLDUKÇA CAZİP
İkinci neden ise risk algısının bir süredir değişmemiş olması... Bazı makroekonomik parametrelerde düzelme görülse de gerek yerli gerekse yabancı yatırımcılar bazı siyasi gelişmeleri dikkate alarak risk algılarını yükselterek Türk tahvillerindeki risk primlerini yükseltiyorlar, mümkün olduğunca hisse senedi pozisyonu açmıyorlar.
Oysa tahvil getirileri göreceli olarak yüksek, hisse senetleri de firma çarpanlarına göre oldukça cazip alım için. Ama böylesine uygun yatırımlardan imtina ettikleri gibi risk seviyelerini de sürekli yukarı taşıyorlar. Geçen yazımda statik risk parametresi olan Kredi Temerrüt Takası'nın (CDS) 450'ler civarında olduğunu yazmıştım, ne yazık ki bu yazımı kaleme alırken 500 düzeyini de geçmişti.
Üçüncü ve en önemli neden de Merkez Bankası'nın son açıkladığı rakamlar içinde kırmızı sinyal veren veri; resmi rezervdeki değişim... Mart ayında Merkez Bankası rezervi 5,72 milyar dolar azalmış. Merkez Bankası her ne kadar "rezerv yeterliliği" değerlendirmesinin "net değil " brüt rezerv seviyesi ile hatta tüm finansal sistemdeki döviz toplamlarının hesaba katılarak yapılması gerektiğini savunsa da piyasa aktörleri bu konuda Merkez Bankası'nın elinin biraz zayıf olduğu görüşünü koruyor.