Yapısal reformlara öncelik verilmeli
Politik gelişmeler ekonomiye ne kadar alan açarsa ekonomi yönetimi o kadar rahat ediyor. Gerek küresel ekonomi gerekse ulusal ekonomiler için bu gerçek değişmiyor. Örneğin tüm jeopolitik faktörlerin sıfır olduğunu varsayarsak doların orta vadede yükselmeyeceğini, yatay hatta hafif aşağı doğru bir patika izleyeceğini rahatlıkla öngörebiliriz.
Oysa Amerika ile Çin arasında süre giden ticaret savaşı, ABD'nin İran'a karşı tutumu, Akdeniz sularındaki gerginlikler, S 400 meselesi, Ortadoğu'nun durumu gibi daha sayabileceğimiz bir dizi siyasi unsur ekonomide ve piyasalarda belirsizliklere neden oluyor.
Her ne kadar yukarıda saydığımız faktörler kendini zaman zaman hissettirecek olsa da İç siyaset rahatlamış görünüyor. Ekonomide yapısal reformlara hız verilmesi için uygun zemin olacak seçimlerin denklemden çıkması nedeniyle.
Yapısal dönüşümün ekonominin bazı alanlarında kesinlikle yapılması gerekiyor.
Bunların başında üretimde dışa bağımlılığın azaltılması geliyor. Yani iç ve dış piyasa için yapılacak üretimde ithalatın payının düşürülmesi hayati önem taşıyor. Daha önce defalarca değinmiştik.
Cari açık büyüme hızı gerilediğinde hızlı bir şekilde aşağıya geliyor. Büyüme hızı yükseldiğinde yeniden yönünü yukarı çeviriyor. Kendi iç dinamikleri ile söz konusu olsa açıktaki düşüş büyüme hızı cari açığı yukarı itemeyecek.
REKABET GÜCÜ ARTMALI
İşte bu alanda yapısal reformdan bahsediyoruz. Üretimde kullanılmayan yerli girdiler var. Nedeni malum; ithal ürünlere göre daha maliyetli olması.
Makine ve teçhizat içinde en fazla ithal ettiğimiz ürünün başında vana geliyor.
Yaklaşık 2,5 milyar dolar civarında ithalatını yapıyoruz. Dolaysıyla yıllardır Çin firmaları ile rekabet edemeyen yerli üreticilerin rekabet güçlerinin artırılması için yapısal dönüşüm gerekiyor.
İkincisi mali disiplini sağlamak için maliye alanında yapısal reformun hızlandırılması.
Bu konunun da ne kadar hayati öneme sahip olduğunu son mali gelişmelerden anlayabiliyoruz. Bütçe açığı yükseldiği gibi uzun aradan sonra pek rastlamadığımız bir faktör daha karşımıza çıktı. Faiz dışı bütçe açığı...
Bütçenin giderler kısmında transfer harcamaları altında faiz giderleri yer alıyor. Daha önceki yıllarda yapılan borçlanmalara karşın verilmiş olan getiri taahhütler. 2001 krizi sonrası uygulamaya girmiş olan "Güçlü Ekonomiye Geçiş Programında" faiz dışı fazlası maliyede nominal çıpa olarak alınmıştı. İlk senelerde milli gelirin yüzde 6'ları gibi bir oran faiz dışı fazla için belirlenmişti. Açık bir ifadeyle faiz ödemeleri çıkarıldığında bütçenin gelirleri giderlerinden milli gelirin yüzde 6'sı kadar fazla vermesi hedeflenmişti. Zamanla bu oran yüzde 1'lere kadar çekildi. Oran düşürülmüş olsa da faiz ödemesiz bütçe fazlasına ulaşılabiliyordu.
DOĞRUDAN VERGİ FAKTÖRÜ
İç talep gerileyince KDV ve ÖTV gibi dolaylı vergi tahsilatları belirgin bir şekilde geriledi. Tabi tüketim yapılmayınca firmalar vergi tahsilatı yapamıyorlar.
Toplam vergi gelirlerinin içinde bu tür vergilerin payı yüzde 70'lere ulaştığından bütçenin açık vermesi kaçınılmaz oluyor. Oysa yapısal reformlar ile vergi gelirleri kompozisyonunu değiştirebilirsek böyle bir konjonktürde bütçenin vereceği açık da sınırlı kalacaktır.
Rüzgar ve güneş konusunda zengin bir ülke olmamıza rağmen Türkiye'ye nazaran bu konuda zayıf olan Almanya kat be kat daha fazla yenilenebilir enerji üretebiliyor. Enerjide dışa bağımlılık azaldığı gibi aynı zamanda yurtdışı enerji fiyatları ve kur riski gibi negatif unsurlarda minimize oluyor. Dolayısıyla enflasyon fazla nasibini almıyor enerji cephesinden.
Bankacılık sektörü, kamu kesimi, yüksek teknoloji, AR-GE ve inovasyon gibi birçok konuda da yapısal reformlar zaman kaybetmeden hayata geçirilmesi gerekiyor.
Ayrıntılar için lütfen tıklayın.