İhtilalin ardından 55 yıl geçti. Türk demokrasi tarihinin bu en talihsiz olayı ile ilgili olarak hala pek çok bilinmeyen var. İhtilali bire bir yaşayanlar bu dünyadan göç ettiği için de geleceğe dönük aydınlanma umutları ne yazık ki azalıyor.
Ancak bilinen gerçekler var.
Albaylar, ihtilal için çok önceden çalışmaya başlamışlardı. Demokrat Parti 1957 seçimlerinde yeniden iktidara gelmiş, askerler kendi aralarında örgütlenerek uzun vadede bir ihtilal sürecine girmişlerdi.
O yıllarda MİT yoktu. Bu görevi, kısaca MAH diye anılan Milli Amale Hizmet adlı bir kurum görüyordu. Bir de Dahiliye Vekaleti'ne bağlı Emniyet Genel Müdürlüğü "Önemli İşler" Daire Başkanlığı vardı.
Bu kuruluşlar, ülkede olup bitenler hakkında Cumhurbaşkanı, Başbakan ve İçişleri Bakanı'nı bilgilendirmekle mükelleftiler.
Böyle bir şey olmadı.
***
Ta 1957'de Samet Kuşçu isimli bir binbaşı, Amerikan Sefareti'ne sığındı. Dokuz subayın ihtilal hazırlığı içinde olduğunu, bazı bilgilere sahip olduğu için korunmak istediğini söyledi. Elçilik yetkilileri, Emniyet Müdrürlüğü'nü arayarak "Gelin bu adamı alın" dedi.
Öyle ağır davranıldı ki...Sonunda Emniyet Müdürü Hayrettin Nakipoğlu devreye girerek adamı aldılar.
Adam sorgulandı, duruma İçişleri Bakanı Namık Gedik el koydu.
Gedik, Cumhurbaşkanı'nı, Başbakanı ve Milli Savunma Bakanı Şemi Ergin'i de bilgilendirdi. Gedik'in bastırmasıyla işi ciddiye alan Köşk, dokuz subayı mahkemeye verdi. Ancak Namık Gedik'in istediği bu değildi. O, işe kimseyi ürkütmeden derinlemesine gitmek istiyordu.
* * *
Ne oldu?
Dokuz subay dışında kalan ve Kuşçu'nun ihbar ettiği halde haklarında hiç bir şey yapılmayan diğer subaylar, günü gelince ihtilali gerçekleştirdiler.
Sonrası da var:
1960'ın o gergin günlerine gelindiğinde hükümet yetkililerine bir astsubay isimsiz mektup göndererek bütün hazırlıkları ayrıntılarıyla anlattı. Mektup Cumhurbaşkanlığı Köşkü'ne kısa zamanda ulaşmıştı. Köşk, bu mektubu İçişlerine Bakanlığı'na, Bakanlık Emniyet Genel Müdürlüğü'ne, Genel Müdür de Önemli İşler Daire başkanlığı'na gönderdi, orada dosyalandı va rafa kaldırıldı.
Kaale alınmadı.
***
Aynı günlerde Ankara Valisi Dilaver Argun'u emekli bir askerin eşi ziyaret etti. Eşinin, yakında ordunun yönetime el koyacağını öğrendiğini aktarıyordu. Ayrıntı yoktu ama bilgi sağlam yerden gelmişti.
Argun, Çankaya Köşkü'ne çıkarak ihbardan söz etti. Celal Bayar, valiyi Başbakan Adnan Menderes'e gönderdi. Menderes de dikkate almadı. Konu kapandı.
Özellikle Menderes, "Benim ordum içinde böyle subaylar olamaz" diyor, aşırı güvenini vurgulamakta ısrar ediyordu.
Sonuçta, Demokrat Parti'nin ordusuna güveni, o yıllarda ihtilal hazırlıklarını izlemekle görevli kurumların görevlerini yapmaması, 27 Mayıs'ı hazırladı.
Sonraki ihtilallerde de benzerleri yaşanacak ve güven ile görev ciddiyetsizliği gibi iki kavramın ortaklığıyla Türkiye, yeni demokrasi ihlalleri ile karşılaşacaktı.
***
1965 yılında İsmet İnönü'nün önergesiyle kurulan MİT, ordu bünyesinde bir kuruluş olunca bu sıkıntılar yaşandı. MİT'i sivilleştirme çabaları hep sonuçsuz çıktı. Dönemin CHP'li İçişleri Bakanı Hasan Fehmi Güneş'in teşkilatı sivilleştirme konusunda ciddi olarak düğmeye bastığında başına gelenleri herkes çok iyi bilir(1978).
Hükümete, böyle bir hazırlık yaptığı için teşkilat içinde bazılarının Güneş'e kumpas kuracağı ihbarı gelmişti. Bu ihbar mektubu, sonraları, partinin genel başkanlığını da yapan bir bakana ulaşmış, bu bakan da nedense başbakana iletme gereği duymamıştı.
Kısacası MİT, artık siyasetin hizmetinde ve yeni formatıyla demokrasinin de bekçisi.
Keşke, geçmişte de öyle olsaydı.
küpe
Birçok kimsenin minnettarlığı, daha fazla iyilik görmek arzusunun tezahürüdür.
Voltaire