Çoğu kişide uçak fobisi, korkusu vardır. Ama basınımızın ustalarından Ceyhan Gür de bu korku aşırı derecedeydi, fazla abartılı ve müthişti. Ceyhan Gür'le Tayyar Özdemir, birlikte İstanbul'dan İzmir'e TSYD toplantısından dönüyorlardı.
Uçakta üçlü koltukta yanlarına sonradan Ermeni olduğunu öğrendikleri bir hanım oturur. Uçak kalkış yaptıktan bir süre sonra bir hava boşluğuna girer ve sallanmaya başlar, irtifa kaybeder.
Ceyhan Gür, hemen önündeki koltuğa yapışır, yüksek sesle "Bismillah" der.
Birkaç saniye sonra uçak düzelir, yolunda gider ama 10 dakika sonra yeni bir sarsıntıyla yeniden yalpalamaya başlar. Ceyhan Gür bu kez daha yüksek sesle, "Bismillaaaahhh" diye bağırır ve ön koltuğu yeniden kavrar.
Kadın telaş ve korkuyla bakmaktadır.
Tayyar Özdemir elini burnuna götürerek kadına susmasını önerir, "Uçaktan korkuyor" der. Tam Menderes Havaalanına, İzmir'e inilirken bir sarsıntı daha olup Ceyhan üçüncü kez "Bismillaaah"la koltuğa sarılınca kadın dayanamaz, "Ka yeter artık, ben de Müslüman olooorum. Ka ben de uçaktan çok korkuyorum"der. Kadere, alınyazısına inanmak gerek, Ceyhan Gür kardeşimiz uçak kazasında değil, görevdeyken trafik kazasında ebediyete göçtü.
Kalıbından utan!
Uçak korkusu dedik ya, Hayrullah ağabeyimiz (Gülal) da gazetesi tarafından İstanbul'a görevlendirilmiş, patronu "Akşama orada olacak ve yarın sabah yine uçakla döneceksin" talimatını vermiş. Emir büyük yerden kaçış ve sıyrılış imkanı yok, çaresiz havaalanına gitmiş. Gerisini Hayrullah Gülal anlatıyor:"Bekleyenlere baktım. 1.90 boyunda çam yarması gibi bir adam. Enine boyuna, onun yanına seyirttim "Bu bana cesaret verir" dedim. Uçakta o'nun yanına oturdum. Kemerler bağlandı, motorlar çalıştı, adam başladı zangın zangır titremeye. Sapsarı oldu beti benzi attı. Bana dönerek, "Birşey olmaz, düşmeyiz değil mi, ben çok korkuyorum da" dedi. Ben onu böyle görünce kendi korkumu unuttum. "Tüüü, ben sana, boyuna posuna güvendim de uçağa bindim, senin bu kadar korkacağını nereden bilebilirdim" dedim. Neyse ki iki korkak İstanbul'a zor vardık, piste inince yeri öptük."
Cumhurbaşkanına sürekli "Bir adım öne gel" dersen
Şahap Mete ağabeyimiz İzmir'de foto muhabirlerinin duayeniydi. Devlet Büyükleri, Cumhurbaşkanları, Başbakanlar da bu yılların fotoğraf ustasını sever, sayarlardı. O devirde Cumhurbaşkanı olan Celal Bayar Çiğli Havalanına inmiş, Şahap Mete de ekibin fotoğraflarını çekiyor. O zamanlar, yukardan vizörlü flexaret fotoğraf makineleri var. Şahap Mete vizörden bakmış, "Cumhurbaşkanım, birer adım öne gelir misiniz?" demiş, ekip halinde gelmişler. Bakmış görüntüye, beğenmemiş, "Birer adım daha gelebilir misiniz lütfen" demiş. Celal Bayar sitem etmiş, seslenmiş:"Şahap, sürekli bizi çağırıyorsun, bir adım da sen öne gelsene!"
Fıtıktan bir şey olmaz
boyunca herkesin espri, biraz abartı ve ilginç tavırlarıyla ilgi odağı olurdu.
Herkesle uğraştığı için de arkadaşları o'nu tongaya düşürmek için fırsat kollarlardı.
Devrin Cumhurbaşkanı Kenan Evren Ege ziyaretine çıkmıştı. İzmir'den muhabir, foto muhabiri adeta bir ordu, Evren'i izlemekle görevlendirilmişlerdi.
Gazanfer Karpat o sabah yüzü buruşuk gelir, katılır arkadaşlarına. Nedenini soranlara, fıtıktan şikayetçi olduğunu, sabaha kadar gözüne uyku girmediğini söyler. Bizim diğer kurnazlara intikam fırsatı doğmuştur, yardımsever görünürler, Evren'in makam aracının önünde duran lacivert takım elbiseli, kravatlı adamı işaret ederler, "Ne çekiniyorsun, git Evren'in doktoruna söyle, mütevazi adam, bizle gayet samimi konuştu, sana da mutlaka bir çare düşünür" derler. Gazanfer derdine düşerek gider anlatır. Lacivert takım elbiseli. kravatlı adam, gayet sakin, "Siz gazeteciler çok yoruluyorsunuz, biraz istirahat edin geçer, fıtık problem değil" der. Gazanfer rahatlar ama doktor sandığı adam, o birkaç adım attıktan sonra eline güderiyi alır, arabanın camlarını silmeye başlar.
Diğer arkadaşları kahkahalarla gülerken, Gazanfer, "Ben size bunun hesabını sorarım" diye tehditler savurur.