Çeşme artık çocukluğumdan tanıyıp bildiğim yer değil kesinlikle...
Plajların beach adıyla ama deniz banyosu gibi değil de bar zihniyetiyle işletildiği, bu yüzden kavga dövüşün eksik olmadığı, rezervasyon yapabilmek için restoranlara kapora verdiğin bir görgüsüzlük diyarı. Avrupa'nın çoğu yerinde plajlar halka aittir ve -hesaptaülkemizde de öyledir. Kağıt üstünde öyledir de de facto olarak hemen tüm plajlar işletmecilerin tasallutu altındadır.
Tabii sorun sadece işletmecilerde değil, insanımızda... Son yıllarda Çeşme öyle köpürtüldü ki tüm ülke buraya akıyor.
Hala buradaysam, yıllardır evimiz ve çevremiz burada olduğundan... Yazın nüfusu 1 milyonu bulduğu söylenen küçük ilçemin küçük ve orta ölçekli işletmecisi de sınırlı yerini sınırlı sayıdaki günde en sınırsız fiyattan kaktırmaya çalışıyor. Sonra da ağzını büze büze 'Ama ne yapalım sezon kısa ağbii' diye ağlıyor. Dediğim gibi, bu durumu bu hale getiren biziz.
SAYGI YOK
Öte yandan, halkçı bir mantıkla plajların halka ait olduğunu da savunamayacağım yüksek sesle, kimse kusura kalmasın. Çünkü biz mal kıymeti bilmiyoruz, doğaya da çevremizdeki insanlara da, özetle, bizden gayrı hiç kimseye zerre saygı taşımıyoruz. Alaçatı'nın sonunda birkaç yıldır meşhur olan bir 'delikli koy'umuz var. Bu koy, beyaz ve garip şekilli, kayalıkları, girinti çıkıntıları ve buz gibi turkuvaz renkli suyuyla bayağı gündemde.
İlk popüler olduğunda altı alçak bir arabayla gitmeye çalışmış ve kuma sıkışmıştım.
Evet, yolu kötü ve dar, aracınızı yol kenarında neredeyse uçuruma bırakıp yürüyerek aşağı iniyorsunuz. Çook kalabalık. Koyun birden çok giriş noktası var ve üzerinde herhangi bir işletme yok.
Halka açık. Olmaz olaydı! Geçen hafta ilk kez buraya yüzmeye giderken ister istemez bu cümle döküldü dilimden...
HIÇ AGLAMA
Araçlar kuyruk halinde, adım adım vardık lokasyona. Önümdeki Bursa plakalı BMW cipin sürücü camından sarkan sürücünün sol ayağını takip edince navigasyona gerek kalmadan bulduk koyu!
Kah yürüyerek/ kah yuvarlanarak aşağı indik. Burası tek bir koy değil aslında, adı öyle. İrili ufaklı koylardan oluşuyor. Kendimize tenha bir yer bulmaya çalıştık çünkü hafta ortası bile her nokta doluydu.
Delikli koy, özellikle gençler ve macerayı sevenlerin yeri çünkü konformist birinin burayla işi yok. Her şeyini kendin taşımak zorundasın. Buraya kadar neyse... Dünya harikası koydan, teypten çalınan berbat bir şarkı yankılanıyor. Zevkler ve renkler...
Buraya kadar da eyvallah demek zorundayım ama ya kalanı? Nasılsa tesis yok, görevli yok, bakan eden yok ya... Bu gelen arkadaşlar, özellikle kampçılar arkalarında her türlü iz bırakmışlar. Yanık mangal telleri, plastik sehpalar üzerinde kuruyup kalmış karpuz suyu ve kabukları, tabii ki kırık bira şişeleri ve hatta açılıp denize atılmış konserve kutuları... İçim cız etti! Bir iki seneye kalmaz, delikli koy olur sana poşetli koy! Sonra da 'neden bütün plajlar paralı, bu millet nerede denize girecek?' diye ağlayacaksın ya, bence hiç ağlama!