Lars Von Trier filmlerinden Manderlay, çarpıcı bir öykü anlatır. Kölelik dönemi Amerika'sında sahipleri vefat eden köleler, kendilerini bir anda çarpıcı bir ikilemin içinde bulurlar. Şimdi ne yapacaklardır? Normal şartlarda özgür kalmışlardır ve bu duruma sevinmeleri beklenebilir. Ancak durum hiç de öyle olmaz. Nasıl ki ömrü boyunca kafeste yaşamış bir muhabbet kuşu dışarıda belki tek bir gün bile hayatta kalamaz ise, köleler de böyle hisseder ve yoğun bir kaygıya düşerler. Eskiden hiç değilse başlarında bir dam, akşamları bir iki kap sıcak yemekleri, ne yapıp yapmayacaklarını söyleyen bir efendileri vardır. Ya şimdi? Onlara ne yapıp ne yapmayacaklarını kim söyleyecektir? Eskiden sahip olmadıkları o serbest zamanda ne yapacaklardır?
KONFOR ALANI
Film, bir anlamda insanın konformizm duygusu ve sorumluluktan kaçışını da anlatır. Özgür olmak ne demektir? Özgür olmak sadece canının istediğini yapabilmek değildir.
Özgür olmak aynı zamanda birey olmaktır. Ayakları üzerinde durmaktır.
Sorumluluk almaktır. Yaşamdaki kritik dönemeçlerde, yol ayrımlarında evet ya da hayır demek, sonra da bir yetişkin gibi bu kararın sonuçlarını göğüsleyebilmektir. Kölelerimiz, bu kararları almamak adına köle kalmaya razıdırlar aslında. Pek çoğumuz gibi...
Köleliğimizi seviyoruz. Alıştığımız düzeni seviyoruz. Yani konfor alanımızdan çıkamıyoruz. Aynı şekilde pek çoğumuzun doğru bildiği, toplum tarafından da yoğun kabul gören düşünüş şekilleri vardır. Bizim toplumumuzun kültürel kodunda da şöyle bir cümle bulunur:
KİŞİNİN SAHİBİ OLMAZ
"Kadına bakılmalı. Kadına sahip çıkılmalı." Sahip çıkmak...
Yani ortada sahipsiz bir şey var. Kişi diyemiyorum o yüzden bir şey diyorum çünkü kişilerin bir sahibi olmaz bence.
Kişi ancak kendinin sahibi olabilir.
Yani biri, sizin sahipsizliğine son veriyor.
Kaba tabirle bu modern kölelikten farklı bir düşünce mi? "Kadınlar şöyle iyidir, böyle çiçektir" dışında bence Dünya Kadınlar Günü'nde bu konu konuşulmalıydı. Kadınlar şu kadar değerlidir güzellemesi o kadar bugünün konusu olmuş ki, kadınlara temelden yardım edilecek bir fikri bile bir kısım kadın o gün duymak istemedi. (Belki bu yazının bekleme sebebi de bu.)
GÖNÜLLÜ KÖLELIK
Kadın özgür olmak istiyor mu gerçekten? Kadın iki ayağı üzerinde durmak istiyor mu? Kadın sadece ana olarak değil, birey olarak da kıymetli görülmek istiyor mu? Konuşulması gereken asıl konu bunlar bence.
Toplum olarak biz kadının bize mecbur, bağımlı olmasını istiyoruz. Eksik hissetmesini istiyoruz. Onlara bu rolü biçiyoruz. Her ne kadar kimi iyi niyetli olsa da 'Sana güveniyorum ama çevre kötü' cümlesinin kaynağı bu düşünce biraz da. Önce kadın, kimsenin ona sahip çıkmasını beklemeden geleceğe yatırımını yapmalı. Birey olarak. Kendi ayakları üzerinde durmaya çalışmalı.
Maddi durumu ne olursa olsun. İnsanı bu güçlendirir. Kendi ayakları üzerinde duran muhtaç olmayan bir kadın nasıl bir eş seçer sizce? En az eşdeğerini değil mi? Sadece 'bana baksın. Kocam olsun başımda dursun' mantığıyla hareket etmez o zaman. Dışarının olası 'Tehlikelerine' karşı korunma ihtiyacı çok yüksek olan bir kadın ne yapıyor? Kendi ölçeğinde, kendisinden 'güçlü' saydığı birine varıyor. Unutulan şey şu. Adam da bu kadının güçsüzlüğünün farkında. Kadını sevdiği sürece ona bakıyor ama kafası kızdığında kadını 'erkeğinin' zulmünden kim koruyacak?
Kadın en çok kimden zulüm görüyor?
Yabancıdan mı? Maalesef hayır.
En yakınından, sevdiğinden görüyor en büyük eziyeti. Bütün bunlar kadının güç arayışı kaynaklı. Kadın önce kurban rolünden çıkmalı. Diğer her şey sonra...