Giriş Tarihi: 15 Eylül 2009, 17:13
Amerika'da bir söz vardır: "Vatana ihanet imtiyazı olan tek kurum basındır."
Basının devlet-toplum ve hükümetlerle ilişkilerinin işleyiş biçimi dikkate alındığında bu söz anlamlı hale geliyor. Siyasi rejimler kuvvetler ayrılığı düzenine geçtikten sonra basın bu düzen içerisinde işlevi nedeniyle doğrudan doğruya bir "4. kuvvet" statüsü kazanmıştır. Basının "de facto" olarak ortaya çıkan bu rolüne de yasama-yürütme ve yargı erklerinden herhangi bir itiraz vaki olmamıştır.
Nitekim dünyada gelişen anayasal-liberal demokrasiler ve içerisinde mevcut olan iktidarı bölüşen güçler, basının gücün bir kısmını temsil etmesine bırakın itiraz etmeyi, karmaşık demokratik düzeni işletmek için basının varlığını zorunlu görmüşlerdir.
Bu nedenle bütün ileri demokrasiler basın özgürlüğü başlığı altında çok geniş bir özgürlük alanını sağlam yasal güvencelerle donatmışlardır. Aynı şekilde toplumlarda da basın özgürlüğü yönünde genel bir hassasiyet gelişmiştir.
Zira basın özgürlüğü sıradan insanların özgürlüklerini koruyan ve onların çıkarlarını gözeten bir mekanizmanın olmazsa olmazıdır.
***
Siyasi rejimlerle basının ilişkilerinin çok teorik bir yanı da vardır. Ancak bu yanı bu köşenin sınırlarını çok aşar. Biz en iyisi ülkemizin yakın tarihinde yaşanan basın-iktidar ilişkilerine bir göz atalım. Ben Batılı anlamda basın-iktidar ilişkilerinin 1970'lerde başladığını düşünüyorum.
Çünkü bu tarihten sonra iktidar ilişkilerini ve toplumsal karar mekanizmalarını daha derinden etkileyen bir basın görüyoruz. Aynı şekilde o tarihten sonra iktidarların dünyasına yasama ve yargıdan daha kuvvetli bir denetim duygusu yerleştirdiği de açıktır.
Açık söylemek gerekirse, 90'lı yıllara kadar bu ilişkide basın yer yer çizmeyi aşmışsa da, basının kendi iç tutarlılığı bir süre sonra devreye girmiş ve basını kendi doğal mecrasına geri çekmiştir. Ancak 90'lı yıllardan sonra alt-üst olan dünya siyaseti ve ekonomisine ayak uyduramayan, kendi egemenlik alanının sınırlarını yeterli görmeyen, haris, bencil ve tuhaf bir basın çıktı ortaya.
Bu basın tipini anlatan en veciz cümle, "Biz aslında 1. gücüz" sözüdür. Bu dönemden sonra medyalaşan basın, varlığını borçlu olduğu değerler üzerinden görevini yapmak yerine girift iktidar ilişkilerinin bir parçası haline gelmiştir. Bu bozulmanın ilk somut göstergesi gazetelerin tarih ve hatıra kokan Bab-ı ali'den ayrılıp çirkin, biçimsiz, soğuk plazalara taşınmalarıdır.
***
Bu döneme dair araştırma yapacak olanlar için oldukça çok malzeme var. Ama Türkiye'de artık adına medya denilen sektörün geldiği yer, ne yazık ki demokrasimizin ve toplumsal hayatımızın gelişme eğrisine paralel bir nitelik taşımıyor.
Bu temel tespiti yaptıktan sonra şu iddiayı da ortaya atıyorum: Bu büyük bozulma 1990'lardan sonra başlamıştır. Yani, gazetelerin ve siyasi partilerin plazalara taşındığı, gazetelerin dükkanlaştırıldığı ve gazete patronlarının banka sahibi olduğu dönem.
Doğan Medya Grubu'nun başına gelenler işte bu 20 yıllık bozulma ve çürüme çağının sonuçlarıdır. O nedenle hiç kimse bu grubun karşılaştığı sorunu siyasi iktidarın baskısıyla ortaya çıkmış bir sorun olarak görmesin; böyle düşünenler kendilerini kandırırlar. Tam aksine, herkes gerçekten özgür bir medya düzeninin kurulması için bu olayı fırsata dönüştürmelidir.
Yarın bu 20 yıllık bozulma tarihinin ilginç olaylarını yazacağım.
Yasal Uyarı: Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Turkuvaz Medya Grubu’na aittir. Kaynak gösterilse veya habere aktif link verilse dahi köşe yazısı/haberin tamamı ya da bir bölümü kesinlikle kullanılamaz.
Ayrıntılar için lütfen
tıklayın.