• BUGÜNKÜ YENİ ASIR
  • Namaz Vakitleri
  • VavTv Canlı Yayın
HÜSEYİN KOCABIYIK

Siyasi tarihi onarmak, "Büyük Merkez"i kurmak

huseyin.kocabiyik@yeniasir.com.tr Tüm yazıları
Giriş Tarihi: 13 Temmuz 2012, 19:30
Başbakan Erdoğan'ın Numan Kurtulmuş'u AK Parti'ye daveti etrafında yapılan tartışmalara katkı sunmaya devam ediyoruz.
Bu gelişme nereden bakarsak bakalım, siyaset için büyük önem taşıyor. Önem taşıması, bir siyasi aktörün pozisyon değiştirmesi olayını çok aşmasından dolayı.
Konjonktürel hamleler konusunda her zaman başarılı olan Başbakan Erdoğan'ın uzun vadeli derin siyasi hesaplar da yapabildiğini ilgiyle izliyoruz.
"Başbakan Erdoğan ne yapmak istiyor?" sorusunu dün sormuş ve bir ölçüde cevaplandırmıştık; ancak yapılmak istenen şeyi biraz daha açmak ve tabii bunun için de yeniden tarihe dönmek gerekecek.
***
Merkez dediğimiz alanı 100 kabul edersek, genel olarak bunun yüzde 70'inin sağ, yüzde 30'unun da sol tarafından parsellenmiş olduğu kabul edilir.
Bu parselasyonu bir olgu haline getiren, hiç şüphesiz ki 1946'dan bu yana oluşan seçim haritası ve bu haritaya yansıyan siyasi sosyolojidir.
1950-60 arası iki partili bir sistem vardır; halk bu iki parti üzerinden hem yönetime katılma imkanını bulmakta, hem sosyalleşme ve "kimliklenme" sürecini yaşamaktadır.
Aslında Türkiye demokratikleşme sürecini doğru bir biçimde başlatmıştı.
CHP merkezin bir yanını oluşturuyordu; DP diğer yanını.
Özellikle Demokrat Parti merkezin sağında yer alan bütün unsurları DP çatısı altında bir araya getirmiş ve "büyük sağ" ya da "büyük merkez" diyebileceğimiz toparlanmayı sağlamıştı.
Bakın Menderes kabinesine: 30'a yakın müftü görürsünüz; azınlıklara mensup insanlar DP'de siyaset yapmaktadırlar; Aleviler DP bünyesinde yerlerini almışlardır; muhafazakar bakan vardır, milliyetçi bakan vardır, liberal bakan vardır.
İşte bu "büyük merkez"dir; DP bunu başarmıştı.
27 Mayıs darbesi sağlıklı bir biçimde oluşmuş olan bu "büyük merkez"i ciddi hasara uğrattı. Ancak, merkez Adalet Partisi ve CHP etrafında yeniden teşekkül ettirildi.
Ancak tarihin kırılma anları işte burada başlıyor ve "Büyük Merkez" dediğimiz antitenin temsili meselesinin, yani liderliğin ne kadar önemli olduğu ortaya çıkıyor.
Adalet Partisi'nin 1963 kongresini milliyetçi-muhafazakar refleksleri daha güçlü olan Saadettin Bilgiç değil de düzenin adamı Süleyman Demirel kazanınca "büyük merkez" ilk riskini aldı.
Nitekim merkezi toparlama kabiliyeti olduğu görülen AP "büyük merkez"in bileşenlerini kendine çekmeye başladı.
Odalar Birliği Başkanı muhafazakar Necmettin Erbakan, siyaset yapmak için AP'ye müracaat etmişti.
Milliyetçi-Türkçü Alparslan Türkeş, aynı şekilde, AP'de siyaset yapmak için girişimlerde bulunuyordu.
Demirel bütün bu girişimlerden korktu ve "büyük merkez"i besleyecek kanalları tıkadı.
Hemen sonra "büyük merkez"in bünyesindeki muhafazakar oyları vakumlayan Milli Nizam ve Milli Selamet partileri Erbakan tarafından, milliyetçi oyları alıp götüren Milliyetçi Hareket Partisi de Alparslan Türkeş tarafından kuruldu.
Milliyetçilik ve muhafazakarlık gibi iki ana damar Demirel'in öngörme zaafı yüzünden, veya daha derin sebeplerden, "büyük merkez"i terk etmişti.
Zaten küçülen ve büzülen "büyük merkez" bir de demokratların partiden uzaklaştırılmalarıyla daha da dar bir alana hapsedilmiştir.
12 Eylül bir anlamda Demirel tarafından dağıtılan ve küçültülen merkezin siyasi alanı ve toplumu kuşatamamasının eseridir.
12 Eylül'den sonra Özal'ın ortaya çıkardığı Anavatan Partisi "büyük merkez"i yeniden kurmaya teşebbüs etti.
En azından, partisinin "dört eğilim" üzerine oturduğunu söyleyen Özal'ın kafasında bu hedefin olduğunu bilebiliyoruz.
Ancak Özal'ın ANAP'ı bunu gerçekleştirebilecek yeteneğe hiç sahip olmadı.
Bırakın "büyük merkez"i, merkez bile belirsiz, renksiz, kokusuz bir siyasi alan haline gelmişti.
Türkiye bu silikleşme ve yozlaşma ile 28 Şubat'ı ve 2001 krizini yaşadı.
Sonuçta millet 2002 yılında siyasetin kaderine el koydu ve AK Parti siyasi tarihimizdeki yerini aldı.
AK parti bugün 10 yıllık bir iktidardır ve başarılı bir icraat karnesine sahiptir.
Halk bütün heybeti ve kudretiyle iktidarın arkasında duruyor.
Tayyip Erdoğan Türkiye için çoktan bir stratejik, birleştirici lider olarak tarihselleşmiştir.
Ancak, bana göre, Başbakan Erdoğan 2010 referandumunda ve ondan sonra yaşanan gelişmelerde Türkiye'nin ne derece "büyük merkez"e ihtiyaç duyduğunu anladı.
Bir kere 2010 referandum sonuçları, yani yüzde 58, "büyük merkez"in mümkün olabileceğini gösterdi.
Ayrıca, Türkiye'nin hem iç siyaseti ve sorunları açısından, hem de yeni kurulan geniş dış politika ağlarını küresel zemine çıpalamak için "büyük merkez"i kurmak gerekiyor.
***
Tayyip Erdoğan yüzde elli oya rağmen bir şeylerin iyi gitmediğini, AK Parti'nin bağ dokularının gevşediğini de görüyor.
Hem bunu görüyor ve partisine sağlam aşılar yapmaya çalışıyor; hem de Türkiye'nin tarihsel hamlelerini yapmak için ihtiyaç duyduğu "büyük merkez"i kurmaya çalışıyor.
Süleyman Demirel'in bozduğu kimyayı yeniden oluşturmaya gayret ediyor.
1960'larda "büyük merkez"de yaşanan hasarı onarmayı deniyor.
Bence siyasi tarihin zeminini ve çatısını yeniden inşa ediyor.
Numan Kurtulmuş'a vaki davetinin anlamı budur.
Süleyman Soylu'yu partisinde görmek istemesinin sebebi budur.
Belki önümüzdeki günlerde milliyetçi gelenekten de bazı sembol isimler "büyük merkez"in tamamlayıcı unsurları olarak yerlerini alacaklar.
"Büyük merkez"... Siyaset için heyecan verici!...

Yasal Uyarı: Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Turkuvaz Medya Grubu’na aittir. Kaynak gösterilse veya habere aktif link verilse dahi köşe yazısı/haberin tamamı ya da bir bölümü kesinlikle kullanılamaz.
Ayrıntılar için lütfen tıklayın.