Ben düşüncelerini açıkça deklare eden bir köşe yazarıyım. Örneğin çözüm süreci konusundaki görüşüm şu: Bu meselenin çözümü kesinlikle vatanın ve milletin istikbali meselesidir ve bu sürece destek vermek her Türk vatandaşının ülkesinin geleceğine olduğu kadar kendi çocuklarına olan sorumluluğudur. Çözüm sürecinin başarıya ulaşması için, bir şey almak-vermek manasında söylemiyorum, fedakarlık etmesi gerekiyorsa devlet bu fedakarlığı yapmalıdır.
Kendi şahsi görüşümü söylüyorum: Mesela hukuk biraz daha esnek olmalı ve çözüm sürecine bir katkı verecekse son günlerde olduğu gibi, cezaevindeki KCK'lıları tahliye etmelidir. Hatta kan duracaksa, gerçekten bu büyük sorun çözülecekse ve bu sürece bir katkısı olacaksa Abdullah Öcalan'ın daha rahat bir mahkumiyet geçirmesi dahi sağlanabilmelidir. Benim zihnim bu konularda çok rahat; ben hiçbir şeyin Türkiye'nin geleceğinden daha önemli olduğuna inanmıyorum.
Türkiye'nin bu sorunu kendi imkanlarıyla içerde çözmesinin çok önemli olduğunu düşünüyorum. Zaten Türkiye'nin herhangi bir şekilde bölüneceğine hiçbir zaman inanmadım.
Düşüncelerim bu kadar berrak.
***
Ancak bütün bu tolerans keyfiyeti toplumun bütünlüğünü, kamu vicdanını zedelemeden hayata geçmelidir. Bugün için böyle bir tehlike var mıdır? Evet, vardır, hem de çok açık bir biçimde vardır. Son günlerde tutuklu KCK'lılar hızla serbest bırakılıyor. Ankara'da bir günde 22 KESK üyesi tahliye edildi. Adana'da, Erzurum, Diyarbakır'da onlarca KCK'lı serbest bırakıldı. Bu gelişme sürece ilişkin bir pazarlığın sonucu olabilir mi? Hayır, hiç sanmıyorum; bence yargı da sürece elindeki imkanlarla katkı sağlamaya çalışıyor ve bunun takdir edilecek bir tarafı var. Bu tamam, ama peki bu toplumun başka bir kesiminin de yargıyla ilgili sorunları var; o ne olacak? Elbette Silivri'den bahsediyorum. Türk Silahlı Kuvvetleri'nin komuta heyetinin bir bölümü tutuklu olarak yatıyor Silivri'de... Onların da aileleri var, onlarla ilgili de toplumsal duyarlılıklar var. Ben onların haksız yere Silivri'de bulunduklarını söylemiyorum ama onlarda KCK sanıkları gibi bir takım iddialarla suçlanıyorlar ve suçlarının hukuki tanımı esasen "teşebbüs" düzeyinde kalmış bir suçu işlemek. KCK tutuklularının Silivri'de yatanlardan ne farkı var? Onlar da paralel bir devlet kurmaya kalkmadılar mı? Devletin anayasal nizamını yıkmaya dönük eylemlerde bulunmadılar mı? Sokak terörünü organize eden KCK'lılar değil miydi? Kendi anayasası olan, bu anayasada kendi bayrağının ölçülerini tarif etmiş, ordusunu tarif etmiş bir terör örgütünden söz ediyoruz değil mi?
O zaman şu soruyu sormak zaruri hale gelmiştir: Teşebbüs halinde kalmış suçları işlemekle itham edilen Silivri tutukluları için yaprak kımıldamazken, işledikleri fiiller dosyalara sığmayan terör örgütü üyeleri neden beşer onar bırakılıyor?
Bir yarayı kapatacağız derken bir başka yarayı kangren haline getirmek akıllıca bir iş midir?
***
Düşünün ki hayatlarının büyük bölümünde bu ülkeye hizmet etmiş generaller Silivri'de tutuklu olarak yatıyor. Hiçbirinin kaçma tehlikesi yok. Birçoğunun fiziki rahatsızlıkları olduğu söyleniyor. Bu ülkenin birçok aydını, hukukçusu, siyasetçisi tutukluluk sürelerinin uzunluğunu eleştirdi. Her şeyi bir yana bırakalım, bu ülkenin yasama organı kanunlar çıkardı; tık yok. Anlamak mümkün değil, bu ülkenin iki farklı zihniyette yargıç tipi mi var?
Düşünün ki bu ülkenin yüzde 50'sinin oyunu almış Başbakan, birlikte çalıştığı genelkurmay başkanına kefil oluyor. Onun tutuklu yargılanmasının hukuka aykırı olduğunu, hatta ayıp olduğunu söylüyor. Tık yok; bu ülkenin eski genelkurmay başkanı hiç de inandırıcı olmayan suçlamalardan dolayı cezaevinde yatıyor; KCK'lılar ise sürü halince serbest bırakılıyor.
İsyan halindeyim; söylediğim şu: Bu ülkenin kanunlarına göre suç işledikleri apaçık belli olan KCK'lıları serbest bırakıyorsunuz; tamam, ülkenin iyiliğine olacaksa bırakın, itirazımız yok! PKK siyasetçisi KCK'lıya özgürlüğünü veriyorsun; peki ver ama bana şu sorunun cevabını da ver:
Seçilmiş bir milletvekili olan gazeteci Mustafa Balbay niye hala özgür değil?