Bir bilgenin yanına kendini geliştirmek isteyen heyecanlı bir genç gelmiş. Sürekli konuşuyor, bütün öğrendiklerini arka arkaya anlatıyor, ne kadar çok şey bildiğini göstermeye çalışıyormuş. Bilge, genci uzun süre sabırla dinlemiş, sonra konuşmuş: "Görüyorum ki iyi çalışmışsınız, hayata ve insana dair birçok şey öğrenmişsiniz. Ama en başından beri anlattıklarınızın hiçbiri size ait fikirler değil. Hepsi başkalarıın gözlemleri, başkalarının fikirleri. Her söylediğinizin ardında başkası var."
Genç çok utanmış, başını hafifçe önüne eğip susmuş. Ne yapacağını, ne diyeceğini bilemiyorş. Kalksın mı, otursun mu karar veremiyor; gözlerini çeduruyormuş. O sırada kıyısında oturdukları suyun kenarına bir kurbağa gelmiş. Genç, bakışlarıyla onu izlemiş ve kurbağa tam suya atlarken gencin ağzından "Hooop" dibir ses çıkmış. Bilge gülümsemiş: "En sonunda kendine ait bir kelime söyledin. Artık devamı gelebilir." (Avucunuzdaki Kelebek'ten)
EZBERCİLİK
Eğitim-öğretimde ezbercilikten hep şikayet edilir. Dil öğrenmek için kelimeleri, güzel metin ve şiirleri ezberlemek şarttır. Matematik ve kimyadaki formüller ezberlenmeden bazı problemleri çözmek mümkün olmaz. Bu alanlarda ezber olmazsa olmazlardandır.
Ama muhakeme ve akıl yürütme isteyen konularda ezbercilik makbul değildir. Verimli insandan beklenen, öğrendiklerinden hareketle zihnini çalıştırmak, çıkarımlar yapmak, imal-i fikretmektir.
Öğrenilen her şeyi tuğlalara, yapı taşlarına benzetebiliriz. Onları kullanacak olan, ihtiyaca göre farklı kombinasyonlar üretecek olan insandır, hatta mimardır. Bu noktada yaratıcı zeka ve hayal gücü devreye girecektir.
Bugün mühendis ve mimarlarımızdan şikayetler var. Hep tekdüze, kişiliksiz binalar yapılıyor deniyor. Bunların çoğu birbirinin tekrarıdır. Osmanlı mimarisini taklit edenler için de aynı şey söyleniyor. Tarihten, gelenekten ilham almalı ama yeni sentezler ortaya konmalıdır.
YENİ ŞEYLER
Ariflerin Menkıbeleri kitabında anlatılır: Mevlana zamanında Konya'da önemli bir toplantı yapılır. Bilginler, filozoflar, devlet ileri gelenlerinden oluşan büyük bir toplantıdır. Sohbet koyulaşır, oradakilerden her biri kendi alanlarında konuşurlar. Şems-i Tebrizi bir köşede dinlemektedir. Birdenbire doğrulur ve şöyle der:
"Deminden beri dinliyorum; hepiniz şu şunu dedi, bu bunu dedi diye hep eskilerin sözlerini naklediyorsunuz. Soruyorum: Siz ne diyorsunuz, kendi fikriniz olan bir şey söylemeyecek misiniz? Ne zamana kadar başkalarının bastonuyla ayakta duracaksınız? Naklettiğiniz sözler eski devirlere ait. Mademki bu çağda yaşıyorsunuz, o halde sizin bu çağa uygun görüş ve düşünceleriniz nedir?"
Tıpkı Mevlana'nın dediği gibi: "Her gün bir yerden göçmek ne iyi/ Her gün bir yere konmak ne güzel/ Bulanmadan, donmadan akmak ne hoş/ Dünle beraber gitti cancağızım/ Ne kadar söz varsa düne ait/ Şimdi yeni şeyler söylemek lazım."