Geçenki yazıda Ümit Meriç'in "Babam Cemil Meriç" kitabından hareketle bu meşhur baba-kızın inanç macerasından ve bu konuda Tasavvufun müspet rolünden söz etmiştim. Kaldığımız yerden devam edelim:
Cemil Meriç belki kızının teşvikiyle, belki de tekkede ne olup bittiğini öğrenmek amacıyla Cerrahi tekkesine gidecektir:
"Cemil Bey, eşi Fevziye Hanım, Recep Doksat ve oğlu Kerem Doksat Bayram namazını kılmak için 9 Kasım 1979 sabahı Karagümrük'teki dergahtalar. Muzaffer (Ozak) Efendi, Cemil Bey'le Fevziye Hanım'ı kurban eti yenen kahvaltı sofrasında başköşeye oturtur ve kendisine Ümit vasıtasıyla imzalı kitaplarını yollamış olan Cemil Bey'e "Yüzünüze karşı söylemiyorum, memleketin medar-ı iftiharısınız." der. O sabahki uzun muhabbetten sonra Cemil Bey bir daha kızına, "Niye Cerrahilerin sohbetine gidiyorsun?" diye sormaz.
Buna rağmen aralarında fikir tartışmalarının devam ettiği görülüyor. Ümit Hanım şöyle der:
"Baba-kız arasında özellikle tasavvufi konularda patlamaların olduğu, müthiş bir tartışmanın duvardaki raflarda dizilmiş Batı'nın en büyük düşünürleri tarafından izlendiği bir gün... Akılla gönlün düellosu... Babası Ümit'in okuyup anlattıklarına itiraz eder, Ümit ısrarlıdır. Babası ses tonunu yükseltir. Ümit pes perdeden devam eder. Babası ayağa fırlayıp daha da yüksek bir tonla bağırmaya başlayınca Ümit birden münakaşayı keser: "Ne olursunuz babacığım kafi!" deyip elini babasının elinin üstüne koyarak rica eder. Cemil Bey bir öfke içeri gider, bir iki dakika sonra salona geri gelir. Yüzünde takdirkar bir ifade vardır. 'Sen namaza başladıktan sonra kendine çok hakim olmaya başladın. Aferin' der."
MUTLULUK
Ümit Meriç kendi mutluluğunu şöyle dile getirir:
"Ümit secdeyi bulmaktan son derece huzurludur. Öğle namazını bazen Yakup Ağa'da bazen Laleli Camii'nde bazen Süleymaniye'de ama en çok Şehzadebaşı'nda kılar. Camiye girip çıkarken Tarih ya da Türkoloji Bölümü'nden namaza gelen tek tük öğrenci, bir hanım hocanın başını örtüp, ayakkabılarını çıkarmasına hayretle bakar."
Ve coşkuyla devam eder:
"Akşamları Ümit fakülteden çıkar, ikindi ya da akşam namazını Beyazıt Camii'nde kılar ve her seferinde içinde yeniden doğan bir sevinçle Muzaffer Efendi'nin Sahaflar'daki 7 numaralı dükkanının kapısından içeri girer, başköşeye oturtulur. Efendinin sohbetini, kucağında Boncuk ile Mişon (kediler), içinde güller açarak dinler. Akşam eve dönünce de yine annesi ve babasının önce ellerini sonra yanaklarını öper ve o gün fakültede olup bitenleri, arkasından da Efendi'nin sohbetinde öğrendiklerini anlatır."
BABA DA HİDAYETE ERER
Bu mutluluktan babasına pay düşecektir:
"Memnundur Cemil Bey, kızı kendisinin boş bıraktığı bir yolda ilerlemeye başlamıştır. Kültürden irfana giden yola o da hasrettir. Habib-i Neccar Camii'nde küçücük yaşta irfan kıt'asını tanımış, ama babası Hacı Mahmut Niyazi Bey ile diz dize kıldığı ilk namazlar çocukluğunun altın çağında kalmıştır. Batı'nın "müteselsil hücumları" ile iman kıt'asmdan uzak sahillere sürüklenmiştir. O, çocuklarına dini bir terbiye vermemiş, kararı onlar küçükken yaptığı bir konuşmayla kendilerine bırakmıştır. Şimdi ise otuz beş yaşına gelen ve tercihini secdeden yana yapan kızına imrenmektedir. Bir gün 'Haydi Ümit' der. 'Geç önüme, beraber namaz kılalım' Baba kızın huzur-u Hakk'a birlikte vardığı bu namazlar Ümit'i sevindirdiği kadar, babasına da iyi gelir. Yıllar boyu 'İnanmak için iki kolumu birden vermeye razıyım' diyen Cemil Bey, iki eliyle iftitah tekbiri alıp, herkes gibi bir süreliğine kainatta misafir edildiği için Yaradan'a şükür secdeleri yapmaya başlar.
Böylece on bir bin ciltlik kültür okyanusunun tam orta yerinde baba-kız birlikte irfan adasının sahil-i selametine varmanın izzetini ve lezzetini yaşarlar."