Mehmet Palaz 87 yaşında, İstanbul'da posta dağıtıcısı olarak çalışmış. Emekli olduktan sonra eşi vefat eder, 8 yıl yalnız yaşar. Her ne hal olduysa, evini oğluna bağışlar. Ondan tek isteği, kendisiyle ilgilenmesi ve kimseye muhtaç etmemesidir.
Gel zaman git zaman yalnızlık zoruna gider ve 7 yıl önce Aydında ikinci bir evlilik yapar. Aydın'ın iklimi daha yumuşak olduğu için orada yaşamaya başlar. Bir süre sonra felç olur. Mehmet amca oğlundan şikayetçidir. "İstanbul'da bağışladığım evime şimdi bir haftalığına misafir dahi edilmiyorum" diye dert yanmaktadır. Devam eder: "İnsanın zoruna gidiyor. Malın varken baba oluyorsun malın gidince baba olmamış oluyorsun."
BOŞAN DA GEL
Adamcağızın ikinci eşi Meryem Palaz, kocasına en iyi şekilde bakmaya çalıştığını söylemektedir. Şöyle diyor: "Eşim çocuklarının rızası ile benimle evlendi. Nikaha da geldiler. Kocam felç olup dışarı çıkamayınca bana vekalet verdi. Maaşını ben çekip bakımını yapıyorum. Vekalet verdikten sonra eşimin çocukları ile arası açıldı. Ne gelip ilgileniyorlar ne de bağışladığı eve bir haftalığına misafir ediyorlar. Şimdi boşan da gel diyorlar. Bakacaklarını bilsem boşanacağım ama bakmazlar diye korkuyorum. Bu durum eşimi çok üzüyor."
İHA'nın verdiği haberin özeti böyle. İki taraf arasında başka neler geçti bilmiyoruz. Ama anlaşıldığı kadarıyla; ev bağışlanan oğulu kızdıran şey, felçli Mehmet amcanın emekli maaşını almak üzere yeni eşine vekalet vermiş olmasıdır. Yani para hırsıdır.
MADDE-MANA DENGESİ
Mesnevi'nin 19.beyti tam da bu hastalığımıza dikkat çeker. Beyit şöyle: "Oğul, bağını kopar ve kurtul. Ne zamana kadar altın ve gümüşün esiri olacaksın?"
Kabaca, insanın maddi ve manevi olmak üzere iki yönü vardır. Maddi yönümüz bedenimiz, etimiz kemiğimiz, gözle görünüp elle tutulan yanımızdır. Manevi yönümüz; ruhumuz, gönlümüz, duygularımızdır. İnsanın maddi ve manevi bakımdan mutluluğu maddesi ile manası arasında denge kurabilmesine bağlıdır.
Ne var ki bu kurulması oldukça zor bir dengedir. Ruh ve mana aleyhine kolayca bozulması söz konusudur. İnsanın bedeni, bedene bağlı güçleri elle tutulup gözle görülen müşahhas unsurlardır. Her canlıda olduğu gibi ihtiyaçlarını karşılamak, neslini devam ettirmek içgüdüsüne sahiptir. Bunların sağlanması ile ilgili istek, arzu ve ihtiraslar mayasına biraz da fazlasıyla konmuştur.
GERÇEK KULLUK
Mal mülk ve para hırsının esiri olan kimsenin bir türlü gözü doymaz, hep daha fazlasını ister. İhtiraslarına ve maddi isteklerine bir sınır getirilmezse, sonu manen felaketle biter.
İşte Hz. Mevlana bu durumu çözülmesi gereken bir "bağ" olarak görür. Beyitte geçen "altın ve gümüş esareti", insanın dünyaya, paraya, mala mülke aşırı düşkünlüğünü temsil eder.
Madde-mana dengesini kurabilmek, hazmedilmiş bir iman ve bunun doğuracağı ahlakla mümkündür. Bu iman, kendini, her an Hakk'ın huzurunda hissedecek seviyeye gelince, insanı ahlaklı kılacaktır. Gerçek kulluk budur. Bir tek kapıya, yani sadece Hakk'a kul olmasını bilen kimse; başka kulluklardan, altına gümüşe, paraya pula esir olmaktan, babasının üç kuruşluk emekli maaşına tamah etmekten kurtulacaktır.