Sel felaketleri, orman yangınları, korona virüs, Afganistan olayları, hayat pahalılığı gibi dünya gaileleri neredeyse gündemimizi tamamen işgal ediyor. Zihnimizi fikri ve manevi konulardan uzaklaştırıyor.
Şu var ki dünyevi konular sürekli değişir. Kalıcı olan ve kimliği belirleyen üst yapı kurumlarıdır. Kültür ve inanç bunların başında gelir. UNESCO bu yılı Yunus Emre, Hacı Bektaş ve Ahi Evran senesi ilan etti. Bugün Hacı Bektaş Veli üzerinde durmak istiyorum.
ASYA'DAN ATILAN MEŞ'ALE
1993 mayısında Hacı Bektaş-ı Veli Külliyesi'ni ziyaret etmiştim. Burası tarih kokan, ruh kokan, maneviyat kokan bir güzel mekan.. Bahçede ihtiyar, esrarengiz görünümlü bir dut ağacı var. Kalın gövdesinde; yaşlı, göngörmüş bir insan yüzü gibi asırların izi okunuyor. Oradaki bir görevliye sordum: Nedir bu ağaç, bir özelliği var mıdır? dedim. Adam heyecanlandı, gözlerinin içi güldü, şöyle cevap verdi: "Bu ağaç, Horasan'dan Ahmed Yesevi ocağından fırlatılan ucu yanmış sopadır. Gelip buraya düşmüş, sonra yeşermiştir.
Bu işareti bulan Hacı Bektaş da burada yerleşmiş, eğitim yuvasını kurmuştur. Bu ağaç o gün bu gündür yaşamaktadır."
Hemen o meşhur menkıbeyi hatırladım:
Hani Ahmed Yesevi, Hacı Bektaş'ı Anadolu'da görevlendirmişti de, orada bulunan erenlerden biri, ortada yanmakta olan ateşten bir odun (köseği) alıp Rum ülkesine, yani Anadolu'ya doğru fırlatmıştı, o odun bir dut ağacı dalıydı, Suluca Karahöyük'e, sonradan Hacı Bektaş Külliyesi olacak yere düşmüştü (Bk.
Vilayetname (Menakıb-ı Hacı Bektaş Veli), s. 17).
Anlatılanlar menkıbe de olsa, heyecanlanmamak mümkün değildi.
Menkıbe, destan, masal deyip geçmemek gerekir.
Bunların kökleri tarihe ve maşeri ruha dayanır ve ilhamını oralardan alırlar.
Destan ve menkıbeler, halk gözüyle görülen, halk ruhuyla duyulan ve halkın hayalinde masallaşan tarihlerdir.
TAHTA KILIÇ
İnanç ve kültür hayatımızda önemli yeri olanlardan biri de Hacı Bektaş Veli'dir. Onun bir menkıbevi bir de tarihi hayatı vardır. Ne yazık ki ikincisi oldukça belirsiz ve karmaşıktır. Menkıbelerin gözüyle devam edersek şunları da hatırlarız: Hacı Bektaş menakıbnamesinin adı Vilayetname'dir. Bu kitaba göre Hacı Bektaş 12 imam soyundan ve Hz. Peygamber neslindendir. O aynı zamanda Ahmed Yesevi'nin öğrencilerindendir.
Yesevi onun beline tahta kılıcı kuşatır ve Anadolu'yu irşad etmekle görevlendirilir.
Tahta kılıç bir semboldür.
Başka Anadolu erenlerinde, gazi dervişlerde de bulunur. Anlamı şudur:
Onlar kılıcı kuşanmışlardır.
Fakat amaç öldürmek değildir. Asıl gaye İslam'ın hakikatini, gerçeği, iyilik ve güzelliği karşısındakine tanıtmaktır.
Bektaş önce Mekke'ye giderek Hac görevini yapar. "Hacı" ünvanını alır. Dönüşte Necef ve Kerbela'yı ziyaret ederek Anadolu'ya geçer. Sulucakarahöyük'e yani bugünkü Hacı Bektaş'a gelir ve Kadıncıkana'nın evine misafir olur. Geçimini sağlamak için köyün sığırlarını güder.
Güzel davranışları ve öğütleriyle kendini kabul ettirir, etrafında öğrenciler toplanır. Ünü çabuk yayılır.
Osmanlı askeri Yeniçeri ocağını kurarken gaziler arasındaki saygınlığı dolayısıyla yeniçeriliği ona bağlarlar. Hacı Bektaş, Yeniçerilerin piri sayılmış, ordu komutanları ve Osmanlı padişahları tarafından türbesinin çevresine ek binalar yapılmış ve vakıflar bağlanmıştır. Bu iki teşkilatın ilgisi Yeniçeriliğin kaldırıldığı 1826 yılına kadar sürdü. (Devam edecek)