Güncel konular sebebiyle ara verdiğim yazı serisine devam ediyorum.
Hasan Ali Yücel anneannesi Ayşe Hanım'ı çok severdi, ikisi sırdaş idiler. Bu müstesna hanım, Ertuğrul Faciası'nda şehid olan gemi komutanı Ali Bey'in kızıdır.
Ertuğrul Firkateyni (orta büyüklükte savaş gemisi) 14 Temmuz 1889'da 609 kişilik mürettebatıyla Japonya'ya giden gemimizdir.
Dönüşte 16 Eylül 1890'da kayalara çarparak sulara gömüldü. Sadece 69 kişi kurtuldu. İşte bu geminin şehit komutanı H. A. Yücel'in büyük babasıdır.
Yücel, çocukluk anılarını yazdığı "Geçtiğim Günlerden" kitabında, Ayşe Hanım'ı anlatır: "Anneannem adamakıllı okuryazardı. Şimdi kıymetli kitaplarım arasında sakladığım Mevakib Tefsiri'ni her gün okurdu. Bazen sökemediği yer olursa hiç belli etmeden bana okutturup ne anladığımı sorardı. Türkçesi biraz çetrefil bu tefsiri beraber okuyarak, belki de mahsus, beni Allah kelamına o alıştırmıştır.
Kocaman bir kitabı daha vardı: Muhammediye...
Onun içindeki Kabe'nin, kendi tabutunu kendi taşıyan Hazreti Ali'nin resimlerini bugün gibi hatırlıyorum."
KADİRİ DERVİŞİ
H. A. Yücel'in babası, annesi ve kendisi Mevlevidir ve Yenikapı Mevlevihanesi'ne bağlıdırlar. Anneannesinin ise "Kadiri dervişi" olduğunu söyler. Ahmet Güner sayar ise bazı karinelerden hareketle, bu hanımefendinin de Mevlevi olduğunu belirtir (Bkz. Hasan Ali Yücel'in Tasavvufi Dünyası). Bu fark o kadar önemli sayılmaz, çünkü tarikler aynı temel düşünceye sahiptirler. Yücel'e kulak verelim:
"Ayşe Hanımcığım (anneannesi) Kadiri dervişi idi. Cerrahpaşa'da Başmakçı Tekkesi'nin şeyhi Baba Efendi'ye, sonra da oğlu Mehmet Ali Efendi'ye mensuptu.
Sabahları yazın beyaz, kışın devetüyü seccadesinde oturur, namazını bitirdikten sonra taneleri iri, beş yüzlük kuka teşbihini alır, la ilahe illallah çekerdi. Gözleri kapalı, başında namaz bezi, bu zikri yarı uykuda, yatağımdan seyretmeye bayılırdım.
Of, ne tuhaf. Bu satırları yazarken onun vecidli, coşkun sesini duyuyorum."
Yücel şöyle devam eder: "Tekkeler kaldırıldığı zaman evleri arayacaklar, dervişlik eşyası bulurlarsa sahibi hapse sokacaklar diye onu korkutmuşlar; zavallı kadıncağız da bu beş yüzlük tesbihi dağıtmış, doksan dokuzlusunu bırakmıştı. O şimdi bendedir. İtina ile saklarım. Arada bir çıkarır, o kocaman taneleri çeker, geçmiş günleri gelecek günlere bağlarım."
HASAN ALİ MÜEZZİN
Yücel anlatmaya devam eder: "Yenikapı Mevlevihanesi'nde kazancı Hasan Dede evliya gibi bir adamdı. Tekkenin müezzinliğini ederdi, ayrıca kudümzendi, güzel naat ve ayin okurdu. İyi insan nasıl olursa Hasan Dede'de onun bütün şartları, bütün vasıfları vardı. Vücutça, ruhça temizdi. Güzel Arapça bilirdi.
Mesnevi elinden düşmezdi."
"Bana ilk naat-ı Mevlana'yı meşkeden (öğreten), beni namazda müezzinliğe, tekkenin minaresinde ezan okutmaya alıştıran Haşan Dede olmuştur. Hele yaz sabahları tekkenin yüksek minaresinin şerefesinden essalat verdiğim zaman, sesimin geri gelen "Allahu ekber"lerini dinlerken nasıl vecde gelir, nasıl kendimi kaybeder gibi olurdum anlatamam. İlk subhun (tan yerinin ağardığı vaktin) yüce duygular tecrübesini bu minarenin şerefesinde yapmışımdır.
Bu ilahi insanların muhitinde yalan yoktu. Hayatlarının hiçbir anında bile sahtekar olmamışlardı. Ben sahici Müslümanlığı onların havasında bağrıma sindirmişimdir." (Devam edecek)