İsmail Kara'nın Resimli Cumhuriyet Din Kitabı'na devam ediyoruz. Yazarımıza göre "Tasavvuf ve tarikatlar, İslam tarihinin hemen her döneminde oluşan, katılaşan ilmi ve fikri açıklama kalıplarını, dini anlama ve yaşama biçimlerini, siyasi ve sosyal yapıları tadil eden, gevşetip esneten, aşan, insanlara ve düşünce dünyalarına yürüyebilecekleri yeni bir alan, nefes alabilecekleri bir boşluk bırakan bir gücü bünyesinde barındırmıştır."
İ. Kara şöyle sorar:
Bir metin bir şiir, bir beste hem türkü hem ilahi hatta hem de şarkı olur mu? İnternete bakarak "Ben melamet hırkasını kendim geydim eğnime" ilahisini, türküsünü, şarkısını dinleyin lütfen Neşet Ertaş'tan, Kani Karaca'dan, Müzeyyen Senar'dan mesela, bakalım hangisini beğeneceksiniz? Hangisi daha dini yahut dünyevi?! Böyle bir ayırım var mı? Büyük Yunus'un 'Dağlar ile taşlar ile...' nutkunu Elnare Abdullayeva'dan hiç dinlediniz mi?. (S. 286)
TEKKELER VE GÜZEL TÜRKÇE
İ. Kara, Hakkı Devrim'den bir alıntı yapar: "Türkçesine ve Fransızcasına hayran olduğum, üniversitede hocam, Yeni Sabah'ta sütun sahibi ustam ve dostum Prof. Sabri Esat Siyavuşgil'e bir gün; 'Üstadım, sizin Türkçenizin temelinde ne var' diye sormaya cüret ettim. (...) Cevap verdi: İşin temelinde galiba tasavvuf terbiyesi var, ben tekkelerde büyüdüm' dedi." Devamı da var:
"Eski bakan ve edebiyat hocası, Ahmet Reşit Bey'e göre de en güzel Türkçe daima tekkelerde konuşulmuş ve yazılmıştır. Dini yanı ayrı bahistir, ama unutmayın ki tekkeler, 'arifane sohbetin mabedi' sayılır." (s.85)
TÜRBELER
1925'te tasavvuf kurumları demek olan tekkeler kapatıldı. Ne hikmetse aynı kanunla bütün türbeler de kapandı. İsmail Kara türbelerin kapatılmasını şöyle yorumlar:
"Cumhuriyeti kuran kadronun ve Cumhuriyet ideolojisinin, medreselerin kapılarına kilit vurulmasının üzerinden daha iki yıl geçmeden tekkelerle birlikte türbeleri de kapatması, peşisıra bu kurumlan, bunlarla ilgili kişi ve kavramları, etraflarında oluşan kültürü ve zihniyet dünyasını 'göz- bağıcılık, üfürükçülük, büyücülük, dilencilik...' derekesine düşürmeye çalışması elbette bir tesadüf değildir, küçük ve gelişigüzel bir müdahale olarak da görülemez. Burada bir inanma, bilme-anlama ve yaşama tarzına, üslubuna karşı bir hareket, bunların ete kemiğe bürünmüş, Müslüman halkta ciddi karşılığı olan, nihayet gündelik hayatı ve dili etkileyen unsurlara yönelik sert bir müdahale ve kaba bir biçimsizleştirme söz konusudur.
Bu sadece halk Müslümanlığına karşı bir hareket ve tahribat da değil dini hayatın mekanlarını, merkezlerini ortadan kaldırmanın, görünmez kılmanın, zayıflatmanın; dini düşünce ve dini hayat açısından belki daha da önemlisi kutsallık fikrinin sıradanlaştırılmasının da bir yoludur. Meselenin bu tarafı felsefi ve fiili olarak doğrudan doğruya laikleşme ile merkez(ler)i değiştirme ile yahut dinin sekülerleştirilmesiyle alakalıdır." (s. 132)
"İstanbul'u Eyüp Sultan'sız, Üsküdar'ı Aziz Mahmud Hüdai'siz, Bursa'yı Emir Sultan'sız, Ankara'yı Hacı Bayram Veli'siz. Konya'yı Mevlana'sız, Kırşehir'i Aşık Paşa'sız, Nevşehir'i Hacı Bektaş- Vcli'siz, Akşehir'i Nasrettin Hoca'sız, Kastamonu'yu Şaban-ı Veli'siz. düşünmek pek mümkün gözükmüyor." (s . 134)
(Devam edecek)