Elimizde bir aşk vardı, onu da aldılar iyi mi...
Hani bu "aşk", böyle kanlı canlı bir şey olsa, yanına gidip soracağız...
"Ey aşk, sana ne oldu?
Sen böyle niye 'göz açıp kapayana kadar' geçip gidiyorsun...
Ne çabuk bitiyorsun!
Peki sebep ne?" diyeceğiz ve cevaba göre bir çözüm üreteceğiz...
Ama soramıyoruz ki!
Ortada muhatap yok!
Arkadaşını bir hafta önce görüyorsun...
Amanın karşında bir Romeo var!
Bildiğin mutluluktan uçuyor...
"Evleneceğim" diyor...
Şaşırıyorsun...
"Eee iyi hadi bakalım biz de düğünde oynarız" diye cevap veriyorsun!
(Oynamaya ne kadar meraklı milletsek artık, adamın belki hayatı mahvolacak ama olsun, biz sahnede dokuz sekizlik döneceğiz diye evlenmeye teşvik ediyoruz. Neyse!) Bir sonraki karşılaşmada, "Eeee düğün tarihi belli oldu mu" diye soruyorsun, hadi cevabı bilin!
"Canım biz ayrıldık yaa.." "Evlenecektiniz hani..." "Aman yaa ne evlenmesi...
Boşveeerrr..."
Sabahın köründe, daha kargalar bile mışıl mışıl uyurken telefonun çalıyor...
Bir telaş açıyorsun...
Kanka kategorisinden bir kız arkadaşın arıyor...
"Çok aşııığıııımmm" diye bağıran mutluluk kelebeği bir ses!
"Bir daha öğleden sonra aşık ol" diyemiyorsun tabii!
Uyku sersemi, bu mutluluğa ortak oluyorsun!
Peki uyandığına değiyor mu?
Hayır...
Jüliet'in, Trinity'e dönüşmesi bir kaç hafta sürüyor...
Evet, onlar da ayrılıyorlar!
Hani rüzgarda ince giyinince böyle hafif bir soğuk algınlığı olur...
Birkaç gün sersemlersin, ayakta atlatırsın...
Aşk, zaman içinde değişime uğrayıp, "gribal enfeksiyona" mı benzedi...
İki hapşırık, üç öksürük, bir ateş çıkması süresinde geçiyor...
Yoksa bunlar hep o GDO'lu ürünlerin yüzünden mi?
İçi boş domateslerin, azman gibi çileklerin, kelek kavun tadındaki şeftalilerin suçu mu bu!
Bilim dünyasına göre bu aşk denilen illetin nedeni hormonlar değil mi?
Başımıza ne geldiyse hep bu, dopamin ve serotonin hormonları yüzünden olmuyor mu?
Acaba bu abuk sabuk gıdalar, bizim beynimizdeki aşk hormonlarını da mı bozuyor!
Hormon icat oldu aşk bozuldu mu!
Ne bileyim arkadaş!
Bilimsel olmasa bile ucundan kıyısından tutturacağımız, mantıklı bir açıklama bulmaya çalışıyorum...
Yoksa bunlar hep sosyal medyanın suçu mu?
"Ben senin, beni sevebilme ihtimalini sevdim" dizelerinin yerini; "Ben senin beni like etme ihtimalini sevdim" kolaylığına dönüştüğü için mi oldu tüm bunlar...
Nedenini bilmiyorum...
Anlamak için bayağı çabalıyorum ama ı-ıhh olmuyor...
Aşk, bavul açıp, bavul toplamaktan bitap düşen bir gezgin gibi, oradan oraya sürükleniyor!
Kimsenin evinde kalmasını istemediği bir misafir!
"Gitse de kurtulsak" dediği biri gibi, sürekli kovuluyor!
Kadınlar, erkekleri; erkekler ise kadınları suçluyor...
Kim suçlu, kim masum; kim suç ortağı kim tetikçi belli değil...
Bilinen tek gerçek şu!
Bazen kötü geçen bir günün sonunda...
Bazen moralin yerlerde sürüklenirken...
Bazen hayat üzerine üzerine gelirken...
Bazen "gücüm tükendi" dediğin o anlarda, elinden tutup, yeniden "yaşama sevinci" veren "Tanrısal bir lütuf"tu aşk...
Ve biz, o lütfu elimizin tersiyle ittik...
Yazıyı hepimizin altına imza atması gereken bir itiraf ile bitirmeyi teklif ediyorum...
Suçlu gribal enfeksiyon, hormon, sosyal medya falan değil!
Kim mi?
Sen, ben, o; biz, siz, onlar!