Bugünkü manşet haberimiz sadece Türkiye'nin değil, gelişmiş veya gelişmekte olan tüm ülkelerin ve milletlerin sorunu aslında. Çünkü; ismine "Kadına şiddet" denilse de; aslında temelde bu bir "insanlık sorunu".
Aydın Barosu Kadın Hukuk Komisyonu Başkanı Yeşim Kasap Yetişkin, kocası veya sevgilisi tarafından şiddet gören veya öldürülen kadınlarla ilgili yapılan araştırma sonucunda büyük oranda; kadınların haklarını arama konusunda çekimser kalmalarının etkin olduğunu söylemiş. Aydın'da son 3 yılda 17 kadın cinayeti işlenmiş ve bu cinayetlerin anlık bir öfkeden ziyade, tasarlanarak ve cinayet noktasına gelene kadar kadının aslında pek çok kere şiddet görmesi sürecinin yaşandığını aktarmış.
Her ne kadar güvenlik güçleri ve yargıdan yardım istense bile, daha sonra belki toplum baskısı, aile baskısı gibi sebeplerden ötürü tekrar evlilik birliğine geri dönüldüğü de çok ama çok ilginç bir başka tespit. Yani; kadın psikolojik ve fiziksel şiddet görüyor ama daha sonra affedip tekrar birlikteliğine devam ediyor. Kendi yaşam hakkından fedakarlık yapması şiddeti arttırıyor ve belki sonunda "canıyla" ödüyor.
Benim bu konuyla ilgili bir noktada itirazım var; Meclis'ten çıkan kadına şiddete yönelik yasaların özellikle son 10 yılda çok ama çok önemli bir etki yarattığını düşünüyorum. Bu konuda 90'lı yıllara kadar, yasal düzenlemelerde eksiklik had safhadaydı.
Işılay Saygın'ın bakan olduğu dönemde gerek Medeni Kanun ve gerekse Türk Ceza Kanunu'nda yapılan kadına yönelik düzenlemeler önemli bir ivme yarattı. Ama; 2002 sonrasında AK Parti hükümetleri döneminde yapılan yasal düzenleme ve toplumdaki farkındalığa yönelik çalışmalar, gerçekten bir çığır açtı.
Ama, gördüğümüz şu ki; şiddet gören kadın ya yasal haklarını yeterince bilmiyor, ya aile ve toplum baskısı yüzünden yasal haklarını bilse bile bunlardan tam olarak yararlanamıyor. İşte, bundan sonra hem hükümetin hem de aslında tüm partilerin ve Meclis'in, sivil toplum ile birlikte bu alanda çalışma yapması gerektiğini düşünüyorum. Şiddetsiz ve cinayetsiz günlerin ve bizim açımızdan da kadına yönelik hep iyi haberlerin verileceği günler aslında hayal değil...
HOTAR'A ÇİFTE BAKANLIK
Salı günü 26. Dönem milletvekilleri TBMM'de yemin ederek resmen görevlerine başlayacaklar. Seçim yorgunu Türkiye de, güçlü bir hükümet ve etkin bir muhalefet ile yeni dönemde çalışacak beklentisi toplumda hakim.
Ama, benim hem bir kadın hem de gazeteci ve vatandaş olarak bu sütunlar aracılığıyla bir başka beklentim daha var yeni dönemden. AK Parti Genel Başkanı olarak Ahmet Davutoğlu, Cumhurbaşkanı Erdoğan tarafından Salı günü 64. hükümeti kurmakla görevlendirilecek. Ve çok kısa bir sürede güçlü bir kadro ve program ile Meclis'ten güvenoyu alan hükümet göreve başlayacak. Biz, geçen hafta Ege'den 10 bakan istediğimizi söylemiştik. Bu dönem, bakan sayısının artmasının beklendiği bir sır değil. Kabine üyelerinin sayısı 30 ve üstüne çıkarsa, Ege'den temsil edilecek bakan sayısının artması da bekleniyor zaten.
Denizli'den Nihat Zeybekci, Manisa'dan Selçuk Özdağ'ın bakan olmasına yönelik beklenti hayli yüksek. İzmir'den de Binali Yıldırım'ın güçlü bir Başbakan Yardımcısı olarak, İbrahim Turhan'ın da ekonomi kurmayı olarak yeni kabinede olması beklentisi de az değil.
Ama ben yeni kabinede artık daha fazla kadın görmek istiyorum ve inanın bu sadece benim beklentim ve isteğim değil. Sembolik olarak sadece Aile Bakanlığı koltuğunda tek bir kadın değil, daha icracı bakanlıklarda 5'in üstünde kadın bakan olabileceğiyle ilgili kulisler az değil.
2002 yılından bu yana hem milletvekili olarak parlamentoda hem de kesintisiz Genel Başkan Yardımcısı olarak partide görev alan Nükhet Hotar'ın bakan olmasına yönelik kamuoyu baskısı ve beklentisi had safhada. Kaldı ki; bu kadar siyaset deneyimi ve özellikle son 2 seçimdeki sahadaki etkinliği, AK Parti'nin oylarına da olumlu katkı yaptı.
İzmir'in konularına ve bölgeye hakimiyet kadar genel siyaset deneyiminin de önemli olduğunu düşünürsek; Hotar'ın, İzmir'in kabinedeki temsilcisi olması herkesi memnun edecektir. Hotar'ın geçmiş akademisyenlik deneyimi gözönünde bulunduğunda Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı ve İzmir'in ihtiyacı doğrultusunda da Kültür ve Turizm Bakanlığı yakışmaz mı?