Aile kuruluşları, aile üyelerinin yönetim kademelerinde yer aldığı şirketlerdir. Bu şirketlerde kurumsallaşma ve markalaşma hep ikinci plana kalır. Öncelikli amaç üretim tesisini büyütmek, satış ve ciroları artırmak, yeni mağazalar açmaktır. Aile şirketleri bu açıdan bakınca diğer şirketlere göre daha içe kapanık ve daha çekimserdir.
Burada önemli olan, yöneticinin vizyonudur.
Günümüzde ise bir işletmenin varlığını sürdürebilmesi ürettiği ürün veya hizmetleri 'marka yapabilme' başarısı ile doğru orantılıdır. Dünyada ve ülkemizde mevcut şirketlerin ezici bir çoğunluğunu aile şirketleri oluşturuyor.
Nitekim ABD'de yapılan bir araştırmaya göre, birinci kuşakta son bulan aile şirketi sayısı oranı % 80, ikinci kuşağa ulaşanların oranı % 16, üçüncü kuşak ve sonrasına devam edenlerin sayısı ise ancak % 4 düzeyindedir. Ülkemizde şirketlerin % 95'inden fazlasını oluşturan aile şirketleri, ekonominin lokomotifi olarak görülüyor. Ama gelin görün ki aile şirketleri 'markalaşamama' sorunu yaşıyor. Aile şirketlerinin en büyük çıkmazı, şirketin gücünü nesilden nesile sürdürememesi ve dağılmasıdır. Nice büyük devasa şirketler, aile arasındaki çekişmeler yüzünden yok olup gitmiştir.
Bunu önlemenin en etkin yolu kurumsallaşma sürecinde, aile ve şirket anayasasının oluşturulmasıdır. Bu süreçte aile üyelerinin işe girme kuralları, yönetsel yapının oluşturulması ve iş süreçlerinin belirlenmesi gerekmektedir.
GÜÇ VE OTORİTE KAVGASI
Yapılan bir araştırmaya göre aile şirketi sahiplerinin % 85'i aşağıdaki sorunları dile getirmektedir. Kurumsallaş-a-mama, markalaşama-ma, işin çekirdeğinden gelme, eski alışkanlıkları sürdürme, güç ve otorite kavgası, Türk toplumunun lider bağımlılığı. Türk aile şirketlerinin kendine özgü kurumsallaşmayı, markalaşmayı zorlaştıran kültürel özellikler taşıması ayrı bir sorundur. Büyüğe saygı anlayışı, profesyonel yöneticilere duyulan güvensizlik, şirkete yabancı ortak almama, aile içinden konu ile ilgili bilgisi ve deneyimi olmayan tanıdıkları istihdam etme gibi kültürel etkenlerin Türk aile şirketleri için yönetim felsefesi oluşturduğu yadsınamaz bir gerçektir. Aile şirketlerinin varlıklarının sona ermesi sadece girişimci ve aile üyeleri için değil, ülke ekonomisi açısından da olumsuz sonuçlar doğurmaktadır.
Kapanan aile şirketlerinin büyük kısmı kurumsallaşamama sebebiyle faaliyetlerini sona erdirmektedir.
EGE'NİN EN BÜYÜĞÜ SATILDI
İzmir sanayisinin önemli kuruluşlarından Batıçim ve hissedarı olduğu Batı Söke fabrikaları, İzmirli sahipleri tarafından inşaat ve madencilik sektöründe önemli işlere imza atan Çiftay İnşaat Taahhüt ve Ticaret A.Ş.'ye satıldı. Satışın yaklaşık 500 milyon dolar (4 milyar lira) olduğu öğrenildi. İzmir ve Söke'de iki ayrı fabrikası bulunan Batıçim grubunun sahibi olan İzmirli ünlü aileler hisselerini Ziya Aydın'ın 1963 yılda kurduğu Çiftay Grubu'na devretti. Batıçim'in hissedarları Mehmet Mustafa Bükey, Ateş Necdet Bükey, Volkan Bükey; Fatma Meltem Günel, Mutlu Can Günel, Kemal Grebene, Sülün İlkin, Belgin Egeli, Mehmet Bülent Egeli, Begüm Egeli Bursalıgil ve Yıldız Egeli Yavuz'un hisselerinin satış işlemi Kamuoyu Aydınlatma Platformu'na (KAP) bildirildi. Batıçim Yönetim Kurulu Üyesi Sayın Feyyaz Ünal'ın "Cevaplar Şirketin İçinde" kitabını okudum.
Bir vizyon ortaya koyarak yapmış olduğu değişimler ve çabalar yetersiz kalmış demek ki. Son söz; İş dünyasının fikir öncülerinden Alfred Marshall'in bir sözü vardır: "Bir işletmeyi dede kurar, baba büyütür, oğul tutar, torun sanat tarihi okur." Bunu merhum Türk işadamı Nejat Eczacıbaşı ise daha keskin olarak ifade etmiştir: "Türkiye'de şirketleri babalar kurar, oğulları yer, torunları batırır.