Tüketim toplumu olmanın sonunda bizi nasıl bir felaket beklediğinin farkında mıyız?
Doğanın sınırlı kaynakları elbette bir gün bitecek. Belki de o günleri bizim neslimiz göremeyecek ama insanlık tüketim çılgınlığının bedelini ağır bir şekilde ödeyecek.
Bu gerçeğin farkına varanlar, 1960'larda "Minimalizm" diye bir akım ortaya çıkardı. Gerçi görsel sanat ve müzikte, sadelik ve nesnelliği ön planda tutmak amacıyla kurulan bu akım, teknoloji geliştikçe artan insan ihtiyaçlarının gündelik hayata olumsuz yansıması nedeniyle bir yaşam felsefesine dönüştü.
Çünkü gelişen teknolojiyle birlikte artan tüketim malları, insanın ihtiyaçlarını da zaruri hale getiriyordu.
İhtiyaçlar arttıkça daha fazla kazanmak zorunda kalan insan, dolayısıyla daha çok çalışmak zorunda kalıyordu.
Bu koşturmaca beraberinde mutluluk ve doyum getirmezken, çeşitli hastalıklar, psikolojik sorunlar ve ruhsal travmalar da cabasıydı. İşte farkına varılan bu gerçek, böyle bir akımı doğurdu.
AÇLIK VE YOKLUK
Halbuki yüce dinimiz İslam, bu gerçeği bize bundan 14 asır önce bildirmiştir.
"Yiyiniz, içiniz ve israf etmeyiniz. Muhakkak ki Allah israf edenleri sevmez" (Araf/31) ayetiyle israf etmek Allah (c.c.) tarafından yasaklanmıştır.
Bu ayette belirtilen israf, elbette sadece yiyip içmeyle ilgili anlaşılmamalıdır.
Hayatımızın her anını boşa harcamamalıyız.
Suyu, elektriği, ekmeği, kıyafeti, zamanı yani aklımıza gelebilecek hayata dair kullandığımız her şeyi hesaplamalıyız. Eğer dünyadaki herkesin boşa harcadığı zaman, enerji ve emek gerçekten bilinçli bir şekilde hesaplanabilseydi, açlık ve yokluk içinde kıvranan milyonlarca insanın ihtiyaçlarına yetecek tüketim malı üretilebilirdi.
ORTA YOLU BULUN
Elbette israf etmemek adına cimrilik yapmak da doğru değildir. Bu ikisinin ortasını bulmak en makbulüdür.
Çünkü Allahü Teâlâ, "Cimri olma, israf da etme" (İsra/29) buyururken, cömertleri de "Onlar sarf ettikleri zaman ne israf ederler, ne de cimrilik.
İkisi arasında orta bir yol tutarlar." (Furkan/ 67) ayetiyle övüyor.
Her şeyin aşırılığından insanı men eden dinimiz, israfı da cimriliği de böylece yasaklamıştır.
KENDİNİZİ HESABA ÇEKİN
yeniden gözden geçirmeliyiz.
Farkına varmadan öyle bir tüketim toplumu haline geldik ki gereğinden fazla yiyip içiyoruz. Ama sonunda, sağlığımızdan oluyoruz. Gereğinden fazla harcıyoruz. Gereğinden fazla kılık kıyafet mal mülk ediniyoruz. Sonunda biriken borçların altında eziliyoruz.
Nefsin doyumsuz olduğunu unutuyoruz. İşte bu noktada karını zararını bilen bir müslümana düşen görev, gafletten kurtularak hayatının muhasebesini yaparak kar ve zarar bilançosunu ölmeden önce çıkarmaktır.
Müslümanın, her şeyden hesaba çekileceğini düşünerek yaşantısını ölmeden önce bu çerçevede gözden geçirmesi gerektiğini Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed (s.a.v.) şu hadis-i şerif ile bizlere bildiriyor.
Kıyamette herkes, şu dört suale cevap vermedikçe hesaptan kurtulamaz:
1- Ömrünü nasıl geçirdin?
2- İlim ile nasıl amel ettin?
3- Malını nereden, nasıl kazandın ve nerelere harcadın?
4- Bedenini nerede yordun, yıprattın?