Sorun devlette mi yoksa bizde mi?
Başkan Recep Tayyip Erdoğan, geçtiğimiz perşembe günü Cumhurbaşkanlığı Külliyesi'nde düzenlenen 108. Dönem Kaymakamlık Kursu Kura Töreni'ne katıldı. Buradaki konuşmasında yeni görev yerleri belirlenen kaymakamlara yönelik tavsiyeleri geniş yankı buldu. Erdoğan'ın daha yolun başındaki devlet görevlilerine yönelik önerileri altın değerindeydi gerçekten. Mülki idare amirliğinin mesai saatleri içinde yapılacak, hükümet konağı duvarlarına hapsedilecek bir iş olmadığına dikkat çeken Erdoğan, kaymakamlara kendi çalışma düzeninden örnekler verdi. Geceleri 5-6 saat uyuduğunu ve her gün 01.00-02.00'de eve döndüğünü belirtip, "Ben böyle çalışıyorum. Sizlerden de yılın 365 günü çalışacak bir tempo bekliyorum" dedi.
İNSAN ÜSTÜ BİR EFOR
Sözlerinde o kadar haklı ki. Siyasi hayatı boyunca rakipleri tarafından bile çalışkanlığı inkar edilemeyen bir lider Erdoğan. Öyle ki mesaisi 24 saatle sınırlı değil. En yakınlarının bile temposuna ayak uydurmak için insan üstü bir efor sarf etmeleri gerekiyor. Bulunduğu makamların hakkını her dönemde veren bir lider olarak devlet görevlilerinden de aynı performansı beklemesi doğal tabii. Bizde Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi ile birlikte devletteki hantallık önemli ölçüde azaldı ama bunu bitirecek en kritik faktör devlette görev yapanların çalışkan olması. Hala birçok devlet kurumunda uzayıp giden bürokratik işlemler mevcut.
Özel şirketlerde çalışanlar performansa bağlı olarak değerlendirilirken, bu sistem devlette herhangi bir iş kolunda uygulanmaya çalışıldığında kıyamet gibi itiraz yükseliyor. Çünkü hiç kimse konfor alanına dokunulmasını istemiyor. Aslında konfor alanı diyerek kibarlık ediyorum.
Tembelliklerinin ortaya dökülmesini istemiyorlar. Ya da daha çok çalışmak zul geliyor. O nedenle devletteki birçok iş kolunda performansa dayalı bir sistem kurulamıyor, kurulsa dahi işlemiyor.
NASILSA RAHAT EDERİZ!
Aslında bu, temelde sadece devletin de sorunu değil. Çünkü bizde yıllardır 'devlete kapağı atmak' diye yerleşmiş bir tabir var.
Tabii bu tabirin gereği olarak da oraya kapağı atanın istediği gibi yatabileceği, tembellik edebileceği görüşü yaygın. Birçoğumuzun anne babaları bizleri yetiştirirken devlet memuru olmamızı istemedi mi mesela? Bu isteğin ardında daha rahat edeceğimiz düşüncesi yok muydu? Biz devlet kurumlarını çalışmak için değil konfor için isteyen bir milletiz. Sorun da bu zaten. Sonra da konuşmaya başladığımızda devlet kurumlarının hantallığından, bürokratik işlemlerin sakız gibi uzamasından, hiçbir işin layığıyla yapılmamasından dert yanıyoruz. Bütün bu eleştirilerin temel kaynağının 'kendimiz' olduğu gerçeğinden hareketle daha başka bir bakış açısına ihtiyacımız olduğunu düşünmeli, konuşmalıyız aslında. Yoksa ortaya çıkan sonuçları konuşmanın, tartışmanın, eleştirmenin bir anlamı yok. Kazandıracağı bir şey de yok.
Toplumumuzda eleştirdiğimiz ne varsa çözümün kaynağı da yine aynı yerde...
Kendi çocuklarımızı yetiştirirken hiçbir devlet kurumu için 'kapağı atmak' tabirini kullanmamaktan başlayabiliriz mesela.
Devlet ya da özel, nerede olursa olsun işini severek yapmanın ve kazandığı parayı gerçekten hak etmenin keyfinin bir başka olduğunu bilerek büyümeli yeni nesil...
Ayrıntılar için lütfen tıklayın.