Aşka gelmeyi seven bir milletiz. Ki en beceriksiz olduğumuz alanda bile yüksek yaratıcılık örnekleri sergileriz aşka geldiğimizde... An meselesidir o. Küçük bir kıpırdama gösteremeyecek kadar özürlü sandığımız yönlerimizden, kendimizi bile şaşırtacak üretkenlikler fışkırır. Yeter ki aşka gelelim ama... Neler yapılmazdı ki bizim yeniyetmelik zamanımızda. Aşk kapıyı çaldı mı, iki satır dilekçe yazamayanımız bile şair kesilirdi. O sonu gelmeyen kafiyelerle ne manzumeler örülürdü sayfalara... Ne kaçamak mektuplar döktürülür, ikinci elden ulaştırılırdı sevgiliye.
O mahcubiyetin ve masumiyetin damarını çatlattığımız iletişim teknolojisiyle henüz tanışmadığımız ilk gençlik yıllarımızda...
Aşktan terleyen ellerimizin ilk buluştuğu günü baş başa geçirecek bir ağaç gölgesi aranırdı o zamanlar. Bulduğumuzda tüm doğa aşkımızı ifade etmenin hammaddesine dönüşüverirdi. Sayfaları bırakır, doğrudan ağaca kazırdık kalbimizi. Yaralanmışsak, bir ok geçerdi isimlerimizin arasından. Ağaç budaklarına falçatayla çizilen kargacık burgacık 'kalp'ler, aşkımızdan bir iz bırakmanın marifetiydi aklımızca.
Elbette daha delikanlılarımız da çıkardı. Dışımıza itmeye çalıştığımız dünyaya meydan okuyarak, spreyle yolları, duvarları boyarlardı kan kırmızıya. İsyanın büyüklüğü harflere yansır ve sevdalımızın ismi büyük harflerle yazılırdı duvarlara. Elbette eskiye aitti bunlar. Bilgisayar ve iletişim teknolojisinden yoksun olduğumuz bir çağda...
Artık ne ağaç gövdeleri aranır oldu tenhalarda, ne de iki kişilik bir yalnızlık özlemi... Gençlik uluorta yaşıyor, uluorta tüketiyor yüreğinde ne varsa. Ne şiir yazacak defter yapraklarına ihtiyaçları var, ne de mektup satırlarına... Romantizme aman verir mi yenilik arsızı teknoloji! Sesli harflerin kullanılmadığı 'cep telefonu alfabesi'yle ileteceksin sevgini... Mesajını dünyalara duyurman için de sokaktaki duvarlara ihtiyacın yok; 'facebook'un tüm duvarları senin değil mi? Her şeye zahmetsiz ve oturduğun yerden sahip olmalısın. İnternetten tanışmalı, MSN'den konuşmalı, cepten yazışmalı ve facebook'tan paylaşmalısın hayatı.
Bu yüzden haberi ilk okuduğumda şaşırmadım desem yalan olur. Muğla Yatağan'daki Stratonikeia ile Lagina antik kentlerinde, binlerce yıldan miras kalan tarihi eserlerin üzerleri 'kazınan' aşk mesajlarıyla dolmuş. Gençler, sprey, tornavida ve demirlerle tarihin içine 'aşk' etmiş. Dünyanın en büyük mermer kenti kabul edilen Stratonikeia'da tarihi meclis binası ve oda mezarlarının iç duvarları 'aşk kazıntıları'yla tahribata uğramış.
Sakın ola, bilişim çağında yontma taş romantizmine öykünmenin izleri sanmayın bu rezilliği. İçinde romantizm olsa, tarihi öldürmeye kalkışmazlardı çünkü. Bu sadece, yaşadığımız tüketim hoyratlığının çarpık bir göstergesidir. Emek harcama duygusu taşımadan kendilerine hak gördükleri kredi kartlarının, cep telefonlarının, bilgisayarların ittiği bir 'ifade boşluğu'ndandır o tarihi eserleri piç etmeleri!
Aman bir daha kışkırtmayın!
12 Eylül'ün 29'uncu yıldönümü, darbeyi ve darbeciliği nefretle anan gösterilerle anılırken, Evren Paşa'nın basın danışmanı Ali Baransel atıldı: "O zaman askeri 'darbe yapın' diye kışkırtmışlardı." Sahi mi?
TBMM kapatıldı, anayasa ortadan kaldırıldı, siyasi partilerin mallarına el konuldu, 650 bin kişi gözaltına alındı, 1 milyon 683 bin kişi fişlendi. 7 bin kişinin idamı istendi, 517 kişiye idam cezası verildi, bunlardan 50'si asıldı. 171 kişinin "işkenceden öldüğü" belgelendi, cezaevlerinde 299 tutuklu yaşamını yitirdi, 14 kişi açlık grevinde öldü. 388 bin kişiye pasaport verilmedi, 30 bin kişi "sakıncalı" olduğu için işten atıldı, 14 bin kişi yurttaşlıktan çıkarıldı.
Bir 'kışkırtılma' ile bu tabloyu yaratanların aklından yıllarca boşuna şüphe etmemişiz demek ki!