Mazhar Fuat Özkan'ın zamanında çok popüler olan 'Deli deli' şarkısındaki nakaratı birçoğunuz hatırlarsınız: Deli deli kulakları küpeli... Şarkının sözleri aslında deliliğe bakışımızı ya da kendimizce neyi 'delilik' sandığımızı sorgulamak üzere yazılmış güzel bir mısrayla başlıyor. ''Bizlerin bizlere oyunu bu / Deli diye kesip atmak işin kolay yolu / Bunun bir başı sonu yok mu / Sebepsiz sonuç olur mu / Deli deli kulakları küpeli...''
Psikiyatrideki genel yargıya göre 'anormallik' sosyal ölçüler içinde değerlendirilen bir kavramdır. Normallik, yaşadığımız kültürde, insanların çoğu tarafından kabullenilmiş davranış kalıplarına göre yaşamaktır. Toplumda genel yargıların ölçüsünde davranış gösteren insanlara ilişkin yaklaşım 'normallik' seviyesinde algılanırken, tablonun bütününde göze batan aykırılıklar ise 'sınırı aşmak', 'ölçüyü kaçırmak' gibi tanımların ölçeğinde 'normal dışı' kabul edilir. Ama kimi zaman, genelin gözüne hiç sırıtmayacak ve herkesçe normal karşılanacak bir beklenti , en yakınımız üzerinde bile anormalleşmeye yol açacak sonuçlar doğurabilir. Tıpkı ihtiyaç duyduğu bir organı, doku uyuşmzlığına rağmen naklettiğimiz hastanın iyilişmesini beklemek gibi bir çelişkidir bu.
Örneğin bir ailenn çocuğundaki müzik yeteneğini farkederek bunu geliştirmesine ortam sağlaması mükemmel bir karardır. Ancak çocuğunun o alanda 'en mükemmel' olması yönündeki bir baskı, ona sunduğu ruhun gıdasındaki tüm vitamini kaçırır. Ve çok normal gibi görülebilecek beklentilerin ağırlaştırılmış yükü altında ezilen birey, aklını yitirmeye başlar.
Aynı MFÖ'nün şarkısındaki gibi 'bizlerin bizlere oyunu'dur bu. Ve sonrasında deli diye kesip atmak işin kolay yolu... Oysa birçok kez normalliğin sınırından karşı şeride zıplayıvermek, toplumun baskısı ve kontrolümüzü kaybetmeye yol açmasının sonucudur. Ama kimse sorumluluk almaz ve 'deli' diye kesitirip atıverirler.
DAHİ PİYANİST
Geçtiğimiz günlerde, İstanbullu sanatseverleri Aya İrini'deki konserde zevkin doruğuna çıkaran dünyanın en ünlü piyanistlerinden şizofren David Helfgott'un hayat hikayesi de, bir insanın 'aklını kaçırmasına' en acı örnektir. 62 yaşındaki Polonyalı piyanist Helfgott, yerinde duramayan, önüne geleni sarılıp öpen ve sokakta karşılaşabileceğimiz bir kaçıktan beklenebilcek türlü davranışlarda bulunan bir ruh hastasıdır. Gel gelelim bu sempatik kaçık, piyanonun başına oturduğu zaman yeryüzünde en zor çalınan parçaları 20 parmağı varmışçasına yorumlayabiliyor. Hünerli elleri ve müzik beyniyle David Helfgott'un adı, dünyanın en ünlü piyanistleri arasında anılıyor.
Helfgott gayet sağlıklı bir çocukken, babasının 'en büyük piyanist olacaksın' diyerek kurduğu baskı yüzünden ruh sağlığını kaybetmiştir. Hayat öyküsü, Oscar ödülü kazanan 'Shine' filmine konu edilen Helfgott, ne kadar ilginç ve acı vericidir ki, kendini en çok piyanonun başındayken sağlıklı hissetmektedir. Piyanosu ve müzik dehası, baba baskısı yüzünden ona hem şizofreni hastası olmaya giden yolu açmış, hem de tüm dünyanın önünde eğilmesini sağlayacak bir ün kazandırmıştır.
Sabah Gazetesi'nin sponsorluğunda gerçekleştirilen konserler için İstanbul'a gelen Polonyalı sanatçının, sahnede gördüğü ilgiye hastalığından gelme çocuksu hareketlerle karşılık vermesi dikkat çekiciydi. Bir dönem doktorlarının, rahatsızlanmasının aracı olarak gördükleri piyanosunu elinden almaya kalkıştıkları büyük sanatçı, aslında kendisini tedavi ve terbiye eden tek mekanın hastane odaları değil, sahne olduğunu İstanbul'daki konserde bir kez daha kanıtladı. Zaten David Helfgott'u, müzik dehasının derinliklerinde şizofroniye sürükleyen suçlu piyanosu muydu ki? Hayır. Babası tarafından bir çocuğun kaldıramayacağı hırslara kurban edilmesiydi elbette.
Nitekim dahi piyanist tedavi gördüğü yıllarda, hastaneden çıktıktan sonraki ilk konserinde kendisini dinlemeye gelen babasına, ''Seni asla affetmeyeceğim'' demiştir. Ve affetmeyecektir de!