Ekonomik özgürlüğü olmayan bir ülkenin zincirlerini kıramayacağını bildiği için, savaş sonrasında henüz Cumhuriyet bile kurulmamışken, İzmir'de iktisat kongreleri başladı. Türkiye'yi medeniyete taşıyacak kalkınma planları hazırlandı. Atatürk'e göre asıl savaş masa başındaydı ve demokrasinin geleceği de öncelikle ülkenin kendi ayakları üzerinde durabilmesine bağlıydı. Çünkü geleceğini belirleme hakkından mahrum edilen bir toplumun demokratikleşme ihtimali de yoktu. Nitekim tarih boyunca, ipin ucu başkasının elindeyken 'demokrasi kültürünü' oturtmayı başarmış bir ülke var mı?
ULUSAL ATILIM
Savaş sonrasındaki Türkiye coğrafyası adeta harabeden farksızdı. Bırakın ekonomik altyapıyı, kentleri birbirine bağlayan yollar bile yürünmeyecek haldeydi. Ne yatırım yapacak Türk sermayecileri vardı ortada, ne de eğitimli kadrolar... İşte bu imkansızlıklar içinde, yangın yerinde güller açacağına inanan idealist bir ruhun doğması sağlandı. Yabancıdan kesinlikle borç ve kredi alınmayacaktı. Tekrar emperyalizme teslim olunduğu anda, meydanda kazanılan savaşın ne hükmü kalacaktı? Osmanlı'yı borçlandıran Avrupa'nın el koyduğu kurumlar yeniden millileştirildi. Türk yatırımlarına sermaye sağlayacak bankalar açıldı.
Yeraltı ve yerüstü kaynaklarımızı belirleyecek enstitüler ile bunları bilinçli şekilde kullanacak elemanları yetiştirecek üniversiteler kuruldu. Sümerbank çatısı altında ilk fabrikaların temeli atıldı. Kısa bir süre sonra, yabancıya borçlanmadan, karşılıksız para basmadan ve sıfır enflasyonla Cumhuriyet tarihin en büyük kalkınma hızına ulaşıldı. Bunun yanı sıra toplumsal alanda yapılan milli modernleşme devrimleri sayesinde, dünyanın önümüzde eğildiği, tam bağımsız, ilerici, kadın-erkek eşitliğine dayalı, saygın bir ulus devlet yaratıldı. Atatürk'e minnettar kalmamız için daha ne yapmalıydı?
DEMOKRASİ BİLİNCİ
O hiçbir zaman, bugün kendisini demokrasi ve rejimin işleyişindeki aksaklıkların hedefi olarak gösterenlerin işaretlediği yerde değildi. Padişahın kulu olarak yaşayan bir topluma vatandaş kimliği kazandırmak ve halka kendisini yönetme egemenliğini teslim etmek için yaptığı köklü devrimlerin hangisini bugün reddedebiliriz? Bunları büyük dehasıyla herkesten önce düşündüğü ve hızla uyguladığı için mi suçlayacağız Atatürk'ü? En büyük yalan ve ihanet de, sırtını askere yasladığı bir diktatörlüğe yöneldiği çamurunun atılmasıdır.
Oysa 1935 yılında CHP Genel Sekreteri Recep Peker, faşist Mussolini İtalyası'nın devlet yapısına göre hazırladığı parti tüzüğünü önüne getirdiğinde, Cumhurbaşkanı Atatürk'ün yanıtı oldukça sert ve manidar yükselmiştir: İsmet Paşa bu saçmalıkları okumadan imzalamış! Bunun için Atatürk ve kurduğu Cumhuriyet, kendisinden sonra gelen basiretsizlere rağmen dimdik ayaktayken, dönemdaşı Hitler ve Mussolini, ülkelerinde utançla anılarak tarihin çöplüğüne gömülmüştür. Bu yüzden biz Atatürk'e minnettarız...