Yaşadığımız kültürün, kişiliğimiz ve ilişkilerimizi belirleyici en büyük baskı unsuru 'yarış düzeni'ni zorunlu kılması değil mi? Hayatımızdan şikayetçi olduğumuz yönleri şöyle bir aklımızdan geçirirsek bunu hemen anlayabiliriz.
Günümüzde sürekli koşuşturmaktan, işlerimizi yetiştirememekten, sıkıcılıktan, monotonluktan, yorgunluktan, sevdiklerimize ve hayatın zevkli yanlarına zaman ayıramamaktan yakınıp durmuyor muyuz?
Ayrıca bununla kalmıyor, çevremizdekilerin vefasızlığından, duyarsızlığından, bencilliğinden, çıkarcılığından ve ikiyüzlülüğünden de her fırsatta yaka silkiyoruz.
Peki, niye böylesine yarış atı gibi koşturuluyoruz? Neden hep daha iyisini ve fazlasını vermeye koşullandırılıyoruz? Çünkü iş ve özel yaşamımızda, etrafımızdaki herkesi rakip gibi algılamamıza yol açan bir 'kültür şartlanması'nın pençesindeyiz.
Birimizin başarısının, bir diğerinin başarısızlığı anlamına geldiği 'yıkıcı rekabetten' kopamıyoruz. Mücadeleden ve daha fazlasını üretme ya da talep etme hırsından koptuğumuz anda gözden düşeceğimizi, bir kenara itileceğimizi, mevkii ve kazancımızı kaybetme riskiyle karşı karşıya kalacağımızı biliyoruz.
Sonra da bu koşulların şekillendirdiği kişiliklerimizden ve insan ilişkilerinden hayır bekliyoruz. Bencillikten, çıkarcılıktan, arkamızdan vurulmadan dem vuruyoruz. Oysa ki dinmeyen bir hırsla, kimi zaman aile üyelerimize bile 'aşılması gereken' rakip gözüyle baktığımız bu maratondan nasıl bir fazilet çıkarmayı umuyoruz?
***
Hal böyleyken, insanlığımızı körelten, sevgilerimizi eksilten bu didişmecilikten biraz olsun ruhumuzu arındırma fırsatı bulabileceğimiz evlerimize döndüğümüzde ne yapıyoruz?
Televizyonun karşısına geçiyoruz ve en çok yarışma programlarını izliyoruz. Tek tek saymaya kalkıştığınızda başa çıkamadığınız kadar fazla yarışma programı var reytinginleri silip süpüren... Neresini yarıştıracağını şaşırmış durumda millet.
Atlamayı, zıplamayı, düşmeyi, kalkmayı, batmayı, çıkmayı, dikizlenmeyi, yemek yapmayı, sorguya çekilmeyi, şarkı söylemeyi, dans etmeyi, beceriksizliğini hatta uluorta kendini rezil etmeyi bile yarıştıracağız ille. Sanki hayatın her alanında yaşadığımız kepazelik yetmiyormuş gibi...
En son, Acun Ilıcalı'nın jüride yer aldığı 'Yetenek sizsiniz' programına katılan birkaç tipi gördükten sonra karar verdim ki, bu ülkede 'en sadist kim' yarışmasının alasını düzenlemek mümkün. Sözüm ona 'yetenek sergiliyorum' diye tımarhanelik hareketlerde bulunan tiplere alkış tutan insanları izledikten sonra tersini düşünmenin imkanı var mı?