'Semiha Berksoy Opera Ödülleri' gecesindeki konuşması aklıma takıldı, Kültür Bakanı Ertuğrul Günay'ın...
Bilirsiniz, Ahmed Adnan Saygun'un bestelediği 'Özsoy Operası'nın Ankara Türk Ocağı Sahnesi'ndeki prömiyer günü olan '19 Haziran', Semiha Berksoy Opera Vakfı tarafından 'Sahne Sanatları Bayramı' ilan edilmiştir. Ve her yıl bu tarihte düzenlenen bir törenle, vakfın başarılı bulduğu opera sanatçılarına ödülleri verilir.
Geçen haftaki 'Opera Ödülleri', etkinliği himaye eden Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay'ın güzel ama aynı derecede 'düşündüren' sözleriyle başlamış.
***
Atatürk'ün, İran Şahı Rıza Pehlevi'nin onuruna yazılmasını istediği 'Özsoy Operası'na değinen Günay, "Bizim kültürümüzden olanı, ulusala, oradan da evrensele çıkarma konusunda bir gayret sarf edilmiş. Eğer o yoldan devam etseydik, bugün sanıyorum ki bir Türk operası ve bir Türk balesinden söz edilebilirdi. Şimdi var elbette, arkadaşlarımın emeğine saygısızlık etmek istemiyorum. Ama Atatürk'ün gösterdiği gibi, bizden olanı evrensele çıkarma çabasını ısrarla sürdürseydik, bugün bizim eserlerimiz de Batı sahnelerinde, bestecilerimizin isimleriyle daha fazla bilinebilirdi. Bence oraya dönmeliyiz, yani Mustafa Kemal'in gösterdiği çizgiye" demiş.
***
Bu öneriye katılmamak ne mümkün.
Lakin nasıl döneceğiz Mustafa Kemal'in çizgisine?
Atatürk, Avrupa tarzı konservatuvarlar kurdurmuş, Batı müziğini tanımak ve ülkemizde yerleşmesini sağlamak için yurtdışına öğrenciler göndermiştir. Tiyatrocuları teşvik etmiş, onlara salonlar sağlamıştır.
İlk Türk operası olan Özsoy Operası'nın temasını bizzat belirleyen, kendi denetiminde librettosunu Münir Hayri Egeli'ye yazdıran ve Ahmed Adnan Saygun'a bestelettiren de Atatürk'ün ta kendisidir. Ayrıca müziğimize evrensel bir dil kazandırmak için okullar açmış, 'çok sesli'liği ve kendi şarkılarımızın tüm dünyada beğenilmesini vasiyet etmiştir.
Ya bugünkü sanat politikalarının sunduğu manzara nedir? Nasıl döneceğiz Mustafa Kemal'in yoluna?
***
Cumhuriyet'in o yoksul dönemlerinde, randevusuz gelen sanatçıyı dahi kapısından çevirmeyen Atatürk, çağdaş Türk tiyatromuzun kurucusu Muhsin Ertuğrul'un isteklerini küçümseyen vekillere, "Herkes mebus olabilir, hatta baş mebus (başbakan) olabilir ama sanatçı olamaz" demiştir.
Oysa şimdinin yaklaşımında, sanatçının kimliğini sorgulayan bir tavır göze çarpıyor. Çeşitli kesimlerce sanatçı horlanıyor, devletin sırtından geçinen birer asalak muamelesi görüyor.
Nasıl döneceğiz bu kafayla Mustafa Kemal'in yoluna?
***
Atatürk'ten sonra almış bir gaflet uykusu... Sanata ne yatırım yapılmış örneğin? Türk oyun ve libretto yazarlarını, bestecilerimizi teşvik edecek yarışmalar mı açılmış? Yeni kuşaklar için eser üretmeyi cazip kılacak bir atılım var mı?
Uzun yıllardır sanata sağlam bir temel ve altyapı oluşturacak hangi girişimlerden bahsedebiliriz? Opera, bale, tiyatro ve klasik müziği sevdirecek, daha geniş kitleleri içine çekecek bir politika izlenmiş mi?
Bugün altı üstü 6 ilimizde Devlet Opera ve Balesi var. Ama bir tane gerçek opera binası dikilmemiş. Tiyatro salonlarımızın da çoğu 'bozma'! Ya yanmış sinemalardan, ya eski halkevinden, ya uygunsuz kültür merkezlerinden...
***
Tüm ilgisizlik ve imkansızlıklara rağmen birçok operamız, balemiz, oyunumuz, oratoryolarımız da mevcut. Hatta içlerinde henüz sahnelenmeyi bekleyenler bile var.
Ha, belki bunları uluslararası alanda ses getirecek kadar duyuramamış olabiliriz.
Ama dünya seviyesine yükselmek için de öncelikle sanatı ciddiye alacak ve cazibe yaratacak yatırımları esirgememek gerekir. Küçültmeye, yok saymaya uğraşmak değil!
Kısaca ters istikametteyken, nasıl döneceğiz Atatürk'ün yoluna?