Hayat durmuyor... Yeter ki her anın yeni bir talihe gebe olabileceğini bilerek yaşayalım; saatleri, günleri, ayları, yılları boşa geçirmeyelim.
Maziye sığınıp egolarını yelken yapanlar, rüzgar kendilerine doğru essin diye beklerken meçhule sürükleniyorlar. Bu yüzden hayal gemisinin kaptanı gibi her gün değişik bir ufuk gözleyenler, başkalarını suçlamak yerine işe kendilerinden başlamalı. Dünden bugüne bir günde gelinmediği gibi, bugüne varmadan yarına gidilmiyor! Kıpırdamak lazım biraz...
***
İşin sırrı ne peki? 'Şimdiki zamanı' keşfetmekte... Ama o ne geçmiş gibi duruyor, ne gelecek gibi bekliyor. İçinde yaşamadıkça, hızına ayak uydurmadıkça elimizden kayıp gidiyor. Ve 'hiç'lik yığınıyla ardımızda bıraktığımız bir geçmişe mal olduğunda, ne yazık ki komplekslere kapılmak fayda etmiyor, atı alan Üsküdar'ı geçiyor...
Bu yüzden severim, Murathan Mungan'ın, "İnsanoğlunun yaşamda en geç keşfettiği şey şimdiki zamandı/İnsan içinde yaşadığı anı derinleştirmeyi zamanla, yani zamanı azaldıkça öğreniyordu" dizelerini.
***
'Anı yaşamak', ruhsal sorunlarımızın tedavisinde de endike. Çünkü yalnızlaşmanın, kendini değersiz, anlamsız, boşlukta hissetmenin, korku, kaygı ve depresyonun da bir numaralı ilacı...
'An'larımızı değerlendirmek, biriktirmek yerine paylaşmayı, tüketmek yerine üretmeyi, rutinin yerine etkinliği, sıkıcılığın yerine heyecanı koyabilmek değil midir? Sevgilerimizin, dostluklarımızın da canlı kalmak için 'harekete geçmeye' ihtiyacı yok mu?
Sosyal ve kültür hayatımızda ise coşkunun, ritmin, yenilenmenin fırsatını önümüze seren festival takvimini kaçırmamanızı her zaman öneririm.
***
Pazartesi akşamı İzmir Uluslararası Kukla Günleri'nde izlediğimiz Yunan ekibin 'Soytarılar Evi' oyununda da, 'anı kaçırma'nın hüzünlü öyküleri anlatılıyordu.
İpli kukla, masa kuklası ve gölge tiyatrosu öğelerinin birlikte kullanıldığı gösteri hem görselliği hem de içeriği açısından enfesti. Başarılı tasarımları ve oynatıcıların hüneri sayesinde, ifadelerindeki tüm ayrıntıları hissettiğimiz kuklalar, aynı apartmandaki 6 farklı karakterin fantastik dünyasını yansıttı.
Her katta ayrı bir yalnızlığın, yabancılaşmanın, saplantının ve bağımlılığın portresi çizilen oyunda, çağımız insanının hapishaneye dönüştürdüğü evlerinde kendilerini yok edişi çok çarpıcıydı. Yer yer komik imgelerin de yer aldığı dramayı, Devlet Tiyatrosu Karşıyaka Sahnesi'nde seyrettik.
Herkese anın keyfini kaçırmayacakları günler dilerim.
Dinginliğin ve isyanın tınılarıyla savrulduk
Yine sıradan hayatımıza değişik pencereler açan İzmir Avrupa Caz Festivali de büyüleyici bir coşkuyla sürüyor. Caz müziğinin en güzel tarafı, her konserde farklı bir disiplinin sürprizleriyle karşılaşmak.
Önceki gece Adnan Saygun Sanat Merkezi'nin küçük salonunda, Goethe Enstitüsü'nün katkılarıyla kente getirilen Alman grup Pablo Held Trio'yu dinledik. Piyanoda Pablo Held, kontrbasta Robert Landfermann ve baterist Jonas Burgwinkel'in dokunuşları, ruhumuzu dinginlik ve isyanın uçları arasında götürüp getirdi.
Genç üçlünün, insanın duygularını besleyen yapıcı, enerjik ve kışkırtıcı tınılarıyla günün tüm stresi ve negatif yüklemelerinden arınmış olarak ayrıldık salondan. Çalanların da, dinleyenlerin de yüreğine sağlık...