Geçtiğimiz hafta Berlin, Dresden, Prag, Carlovy Vary, Bratislava ve Viyana'yı içeren beş günlük bir tura çıktım. Dresden hemen kimsenin bilmediği, şaşırtıcı güzellikte bir yerdi. Masal şehir Prag'da her köşe başından Pamuk Prenses'in çıkmasını bekledim. Viyana'yı biraz hızlı geçtik. Bu seyahat vesilesiyle, her Avrupa seyahatindeki ortak gözlemlerimi kaleme aldım. Bilmem katılır mısınız?
* Vize için zahmet çekilecek, kız ister gibi ülkelere kendimizi beğendirmeye çalışılacak. Yeşil pasaportu olan eş dosta imrenilecek.
* Tüm mevcut tecrübelere rağmen inatla bavulun her santimi doldurulacak. Bu arada yanımıza kettle, Türk çayı, Türk peyniri, kek, pasta ve börek almak kesinlikle unutulmayacak.
* Gidilecek yerler hakkında hiç bilgi edinilmeyecek, önceden iki satır okunmayacak.
* Kocalar evde dinlenirken özellikle altın kızlarla birlikte bir grup ayarlanmaya çalışılacak. 'Oh, herifi evde bıraktık, kafamız dinlendi' diye sevinirken, bavulu indirip kaldırmak için delikanlı aranacak. İlgilenen olmazsa yol boyu yüksek sesle söylenilecek.
* Neredeyse bedavaya tur satan acentalar, ekstra turlar düzenleyebilmek için yurt dışındaki otelinizi neredeyse şehrin dışına atacak.
* İki kere havalanı güvenliğinden geçeceğimiz bilindiği halde dedektöre- mahsus- en geniş metal tokalı kemer ve başımızda metal çerçeveli güneş gözlüğü ile girilecek.
* Turdaki yolculara ilk gün ikinci sınıf insan muamelesi yapılacak, dönüş günü ise asker arkadaşı kıvamına gelinerek enseye tokat göze parmak olunacak.
* Her sabah nazi kampı gibi sabahın esselatında uyanılıp yollara düşülecek. Hayatımız boyunca hiçbir işte yorulmadığımız kadar yorulunacak.
* Tur otobüsünde animatör ruhlu bir yolcu rehberin elinden mikrofonu kaptığı gibi bir daha yemek yemek haricinde susmayacak. Energizer tavşanı gibi pili bitmeyecek. Bildiği tüm bayat fıkraları zorla anlatacak. Gülünüp gülünmediğine de bakmayacak. İşin tuhafı, bu kişilikten en çok şikayetçi olanlar bile yol sonunda kabullenip hoşlanmaya bile başlayacaklar.
* İkinci günden itibaren küçük küçük gruplaşılacak. Turda bir günah keçisi seçilip, her fırsatta onunla dalga geçilecek.
* Israrla İngilizce konuşmayan yöre halkına deli olunacak. Sonunda çaresizce İngilizce, Almanca, İtalyanca, İspanyolca, Türkçe vs. bildiğiniz tüm dillerden bir harman yaparak konuşulmaya çalışılacak. Yanlış anlaşılıp dayak yeme riski de göze alınarak beden dili, sıkça kullanılacak
* Bizde güneşlenmek, hemen ardından denize girmek anlamına geldiğinden şehirde parklarda güneşlenenler işaret parmağıyla maymun gibi gösterilerek küçümsenecek. Öte yandan Avrupa başkentlerinde insanların nasıl cıvıl cıvıl sokakta yaşadıkları, havanın bu kadar güzel olmasına karşın bizim alışveriş merkezi canlısına dönüştüğümüz hayretle farkedilecek.
* İlk gün gittiğimiz şehirde hemen etkilenilecek. Her gördüğümüz taşın fotoğrafı çekilerek ilerleyen saatlerde en önemli yere sıra geldiğinde ne şarj ne de hafıza kartında yer bırakılmayacak.
* Düşük kurlarla para bozdurulacak. Metal paraları geri almadıklarından cepte kalan kuruşlarla çikolataya, mineralli suya dadanılacak. Sözün özü kimseye bahşiş bırakılmasa da cepte de kuruş bırakılmamaya çalışılacak.
* İlk günlerde yolların temizliğine, korna sesi olmamasına, düzene, ihtişamlı binalara hayran olunacak. Kendi aramızda türk olmak biraz eleştirilecek. Hele hele bir türk mahallesine girildiğinde müstehzi gülüşlerle, 'bak baak, nasıl da belli buralarda bizimkilerin yaşadığı...' denilerek suçlu zevkler tadılacak. Elitist takılınacak. Turun son günlerindeyse tablo değişecek. Çoğu suratsız ve neredeyse öküzbaş olan Avrupalının nasıl olup da turizmde rekor kırdığına hayret edilecek.
* En iyi Müslümanımız bile kilise de çaktırmadan bir mum yakacak, aşk çeşmesine para atacak, Aziz bilmemne heykelinin başını okşayacak. Ee, maksat dileğim yerine gelsin de, ben nereyi okşarsam okşayayım...
* Yumruk kadar ülkeleri olsa da dünyada ne çok Japon turist olduğu keşfedilecek. Tüm dünya ülkelerinin turistleri, katedralleri kendilerine belirlenen kordonlar arasında, saat yönünde gezerken, saat yönünün tersine dönülerek, kordonlardan atlanarak zeki bir Türk olduğumuz, enayi olmadığımızı ispatlamanın haklı gururu yaşanacak.
* 'Mareşal Buzdolabı'nın madalyaları olan magnetlerden bol bol alınarak eş dostun hediyeleri beleşe getirilecek. İşin garip tarafı, eş dost da bunlara sevinecek, iyi mi?
* Domuz yemeyeyim kaygısıyla ya ekmek arası İzmir tulumu, ya da pahalı bir restoranda kazık yenecek. Ya da bizim gibi Çin restoranında tavuk isterken domuzla karşılaşılacak. 'Bu domuz mu?' diye buruşmuş bir suratla sorduğumuz Çinli garson, tebessüm eder bir ifadeyle, iyi bir halt etmişçesine 'Pork, pork/domuz, domuz' diyecek, sevinçle.
* Sokakta normalde selam vermeyeceğiniz tipte birine sırf Türkçe konuşuyor diye Okan Bayülgen muamelesi yapılacak.
* Önceleri gıdım gıdım para harcanırken, ilerleyen günlerde battı balık ekonomisine sığınılacak.
* Dönüşte havaalanında mutlaka rötar yaşanacak. Bu arada uzanıp koltuklarda yatılacak, ya da birine (pasaportu saklanarak) pasaportunu kaybettiği şakası yapılacak.
* Normalden çok ucuz olmasa da free shop'tan muhakkak içki, çikolata ve parfüm alınarak son ritüel de yerine getirilecek.
* Vedalaşırken tur arkadaşlarınızla -bir daha asla aranmayacak- telefon numaraları alınacak.
* Beddua etmesin diye o yaşlı teyzenin bavullarına son bir gayretle yardım edilecek.
* Büyük heyecanlarla başlayan gezi, 'Evim güzel eviim, sen bilirsin halcaazım' nidaları ve iniltilerle son bulacak. Ayakkabılar çıkarıldığında ayakların birer numara büyümüş olduğu görülücek. Uykuya dalmadan önce, savaştan dönen bir komutan edasıyla, 'Yine ne varsa bizde var ayol, bizim ülke cennet valla, cennet!' diye düşünülecek...