• BUGÜNKÜ YENİ ASIR
  • Namaz Vakitleri
  • VavTv Canlı Yayın
Cadı süpürgesi HAKAN URGANCI

Cadı süpürgesi

hakan.urganci@yeniasir.com.tr Tüm yazıları
Giriş Tarihi: 25 Ocak 2014, 16:41
Program konuğum ve kişisel gelişim uzmanı sevgili Ziya Baran'a canlı yayında gelen telefonlardan birinde, aslında alışılagelmiş bir öykü anlatılıyordu. Gözyaşları içindeki hanımefendi, annesini çok sevdiğini fakat istemediği bir evlilik yaptığı için aralarının nicedir bozuk olduğunu söylüyordu. Şu anda evliliği gayet iyi gidiyormuş. Yani annesini haklı çıkaracak bir gerekçe de yok... İsmini vermeyen bu izleyici annesinin zaten kendisini istemediğini, istenmeyen bir çocuk olduğunun kendisine iletildiğini söylediğinde kulaklarıma inanamadım. Sorunun büyüğü asıl buradaydı. Anne, kızdığı evladından intikam almak, canını yakmak için böylesine travmatik bir gerçeği dile getiriyordu. Bravo doğrusu! Bir evladın ömür boyu suçluluk duymasını ve size gebe kalmasını istiyorsanız söyleyebileceğiniz en iyi şeyi söylediniz... ( Annem beni istemeden dünyaya getirdi, besleyip baktı. Bense ne yapıyorum? Arzu etmediği bir evlilik yapıyorum. Şimdi annemden uzaklaşsam cehennemde yanar mıyım acaba?)
Ziya Baran ile birlikte hanımefendiyi zar zor yatıştırdık.
Baran, çocuğunun da istediği bir şeyi aldırmak için suçluluk duygusunu kullandığını ve istediği satın alınmazsa 'Siz beni sevmiyorsunuz...' dediğini anlattı. Bu durumlar karşısında zor da olması dayanmamız, direnmemiz ve farklı bakış açıları geliştirmemiz gerekiyor. 'Sen istenmeyen çocuktun' diyen, 'Sana hem analık hem babalık yaptım' diyen, 'Saçımı süpürge ettim, seni tüm yokluklara rağmen neliklerle büyüttüm' diyen ebeveynlere anlayış gösterin ama söylediklerini ciddiye almayın. Yoksa depresyonlardan depresyon beğenir, onların size biçtiği yolda hep bir çocuk olarak kısılıp kalırsınız. Bu bencil bağımlılık ilişkisini reddederek, siz onlara ebeveynlik yapmak zorundasınız. Söylenen hiçbir şeyi kişisel algılamamak zorundasınız. Ancak böyle çözülür bu durumlar...
Evet, ebeveynlerimize çok şey borçluyuz ama bizim sahibimiz değiller. Belki de onlar belli bir yaştan sonra sizin için güneş gibi olmalı; 'Yine çok büyük ve yaşamsal değerde, ama sadece belli bir mesafeden...' Yoksa güneşin sizi yakıp eritmesi, kimliğinizi yok etmesi işten bile değil...

Değişik bir şey yapın, bunu okuyun

Dahilerin hayat hikayesini okuduğunuzda dikkatinizi çeken şeylerden biri de, ne kadar sıra dışı olduklarıdır. Gerçekten, olağan düşünme şekillerinden uzaklaştığınız anda hem yaratıcılığınız artar, hem öncü olursunuz, hem de yaşam monoton bir düzlem olmaktan çıkarak heyecan verici yükseklikler, uçurumlar, engebelere dönüşür. Sürprizler, bozuk bir yol ve aşılmaz görünen bir tepenin ardına gizlenmiş muhteşem bir manzara gibi ufukta beliriverir.
Bugün sahip olduğunuz pek çok iyi şeyin izini geriye doğru sürerseniz, çoğunun en dibinde, olumsuz olarak adlandıracağınız bir anının gizlendiğini görürsünüz. Neyin neye hizmet edeceğini asla kestiremeyeceğiniz şeyin ismidir, hayat. Her zaman yaptığınız ve 'her zamanki gibi' yaptığınız şeylerden sadece birini bile her zamanki gibi yapmazsanız neler olabileceğini, hayatın size hangi tali yolu sunacağını, hangi değişik maceralara atılabileceğinizi kestirebilir misiniz?
Birazcık farklı düşünebilseniz, bakış açınızı bir parça değiştirebilseniz paketin içinden hangi oyuncağın fırlayacağını tahmin edebilir misiniz?
Sürekli aynı rayda ve aynı güzergahta hareket eden bir trenin hiç bilmediği bir durakta durma şansı var mıdır? Bakın, illa ki hayatınızı tümüyle raydan çıkarmaktan bahsetmiyorum, en azından bir süreliğine 'o olma' oyunundan bahsediyorum.
Bir yeni bakış açısı edinebilmenin en iyi yolu, tanıdığınız birinin davranış tarzını kısa bir süre için modellemektir. Biraz kalıpları olan, kuralcı bir adam olduğumu söyleyebilirim. Buna karşın benim de kaçış planlarım var.
Zaman zaman normalde aşamayacağım bir durumla karşılaştığımda, 'O olsaydı ne yapardı?' oyununu oynarım. Hemen, bu gibi durumlarda çok becerikli olduğunu bildiğim bir arkadaşımı hatırlar, ve onun gibi davranırım. İnanın, işe yarar. Çözülmezler çözülüverir.
Bazen de canım sıkıldığında bu oyunu oynarım. Örneğin denize girmememi gerektiren bir durumum olduğu bir pazar günü, her zaman yaptığımı yapmak yerine, keyfine çok düşkün bir arkadaşımın yerine kendimi koyar ve yalnız başıma harika bir yerde kimse rahatsız etmeden gazetelerimi alıp kahvaltıya giderim, üşenmeden... Ve işe yarar. Her zaman olduğunuz kişiden biraz uzaklaşmak, sizi bugün bir başkasına bir adım yaklaştırır. Hem farkında olmadığınız bir keyfi yaşar, hem de anlamadığınız insanlara bir adım daha yaklaşmış olursunuz. Denemek istemez misiniz?

Romandan sergi olursa...

Gazeteci yazar arkadaşım Gökmen Küçüktaşdemir'in Alsancak'ın ardından bu kez de Karataş'ta açtığı bir sergiye katıldım. İngiltere'de yaşayan ressam Filiz Öztürk'ün, Gökmen'in 'Çobanyıldızı isimli romanından sahneleri birer tablo olarak çalıştığı sergi, gerçekten de az rastlanır türden bir çalışma... Öztürk'ün fotoğraf gerçekliğindeki eserleri ile bir roman dile gelmiş. Özellikle giriştiği yaratıcı ve meydan okuyan denemelerle İzmir'e sığmayan yeteneklerden biri olan Gökmen'in yeni sürprizlerini beklemekte yarar var, diyorum.

Bunlar da oldu..

* Ünlü fotoğrafçı Ara Güler, twitter'da çıkan 'öldü' iddiaları üzerine hayatta olduğunu hastanedeki yatağından objektife hareket çekerek gösterdi.
* Ulusal tv'de bir hoca, canlı yayında hanımlara maket olarak hazırlanmış Kabe'yi uygulamalı olarak tavaf ettirdi.
* Oyuncu Bade İşçil'in hamile kalması üzerine medya 'Sessiz sedasız hamile kaldı' diye haber yaptı. Ya ne yapacaktı? Davul zurna mı çalacaktı?


Yasal Uyarı: Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Turkuvaz Medya Grubu’na aittir. Kaynak gösterilse veya habere aktif link verilse dahi köşe yazısı/haberin tamamı ya da bir bölümü kesinlikle kullanılamaz.
Ayrıntılar için lütfen tıklayın.