Yıllarca emperyalizme karşı, bağımsızlık savaşları veren ülkeleri bilirim ben... Pek çok örnek var içlerinde... Onlar bu mücadelenin değerini iyi bilirler, kuşaklar boyu da evlatlarına anlatırlar, ya kitaplarda ya da törenlerde...
Bu uğraş hiç bitmemiştir. Geçmişte de, bugün de hep aynı değerde... Kimse de buna karışamaz, lafını bile edemez.
Bu anlamda sinemayı da çok iyi kullanırlar; nedense bizim kurtuluş savaşımızı es geçen Hollywood hepsini yapmıştır, yeni kahramanlar da yaratarak...
Bu sadece, sinema sektörünün değil, o ülkelerin de maddi katkılarıyla, ete kemiğe bürünür, dünya perdesine gelir.
Çünü bilinir ki, tarih unutturulunca, kimlik ortadan kalkar, millet olmanın, vatan olmanın bir değeri kalmaz.
Sevgili dostum Tufan Atakişi, bunu şu özdeyişiyle çok güzel özetlemiştir: "Bir toplumu yok etmenin en kolay yolu, geçmişini unutturmaktır."
Olay budur.
***
9 Eylül, bu ülkenin tarihi boyunca verdiği en önemli özgürlük savaşının zafer noktasıdır, İzmir'in kurtuluşudur, Türkiye'nin özgürlüğüdür. Sevgili Yılmaz Özdil'in köşesinde sık sık dile getirdiği gibi, "Bir ülkenin kurtuluş savaşını başlatan ve bitiren yegane şehirdir İzmir... Dünyada da başka bir örneği yoktur."
Onun için 9 Eylül'ün İzmir için, hem toplumsal, hem kişisel hem de tarihsel bir önemi vardır.
Bu nedenle İzmirli her 9 Eylül'de, meydanları doldurur, askerlerini alkışlar, yüreğini özgürlükle ateşler, bağımsızlık savaşını veren, ruhuna bu duyguyu aşılayan lideri Atatürk'e, silah arkadaşlarına, canı pahasına mehmetçiğe duyduğu minneti böyle dile getirir.
İzmirli için 9 Eylül, özgürlüğe duyulan yürek çarpıntısıdır.
Atatürk'e, Türkiye Cumhuriyeti'ne duyulan vefa duygusudur. Bunu, bazı kendini bilmezler "faşist" diye nitelese de, ona yanıt vermeyecek kadar büyük bir gururdur bu...
İzmir için 9 Eylül, uğruna kan dökülen bir tarihsel değerdir.
Unutmaz, unutturmaz.
***
İzmir işte bu nedenle, geçmişini unutmayan, tarihiyle gurur duyan milletlere eş değerde, bir ülküye sahiptir.
Ne olursa olsun, tarihini yaşatmak için direnir, sokakları doldurur, geçmişini yadeder, kendisi de o günü yaşar, çocuklarına da o heyecanı yaşatır.
Tıpkı pazar günü yaşananlar gibi... Tabii öncesinde de...
Karşıyaka Belediyesi'nin cumartesi akşamı düzenlediği etkinlikte, binlerce İzmirli Zühtü Işıl anıtı önünde neden Cumhuriyet şarkıları söylediler dersiniz?
Ya da pazar sabahı İzmir Büyükşehir Belediyesi'nin etkinliğinde Basmane'den Cumhuriyet Medanı'na neden aynı duyguyla yürüdüler, neden binlercesi gece fener alayına katıldılar, neden İzmir'i dört bir yanında düzenlenen törenlerde bağımsızlık türküleri söylediler dersiniz?
İşe hep bu ortak duygudan; Atatürk ve Cumhuriyet sevgisi, vatan-millet-bayrak sevdası, şehit edilen Mehmetçikler'e duyulan minnet...
Bu dün de öyleydi, bugün de...
***
İzmir'in Cumhuriyet tarihini yazan önemli isimlerden Yaşar Aksoy, çok özel bir çalışmayla okurlarını selamladı bir süre önce...
Kitabın adı, "9 Eylül'de İzmir'e Bayrak Çeken Kahramanlar"... Anı, araştırma ve derin bir tarih analizini içeren kitap, İzmir'e, Türkiye'ye bağımsızlık müjdesi veren, bu uğurda canını veren kahramanları anlatıyor.
7'den 70'e herkesin okuması gereken bir çalışma...
İşte o kitabın arka kapağında şunlar yazıyor; yani dünden bir gerçek:
***
"İşgal yıllarında İzmirli halkın elinde Türk bayrağı yoktu. Çünkü Yunan işgalcileri, tek tek Müslüman evlerini basıp arama yaptılar ve Türk bayraklarına el koydular. Bizim Güzelyalı'daki dede evimiz de bu talanlardan nasibini aldı. Sonra topladıkları Türk bayraklarını büyük tomarlar yapıp mahalle ortasında ateşe verdiler, böylece halkın elinde bayrak kalmadı.
Ancak 30 Ağustos Büyük Taarruz'dan galip çıkan Türk ordusu, hızla İzmir'e doğru yaklaşınca halk harekete geçti. Analar kızların eteklerini bozdular, kırmızı perdelerini aşağı indirdiler, kırmızı masa örtülerini kesip doğradılar. Bu kırmızı kumaşların ortasına beyaz patiskadan ay ve yıldız diktiler. Halk kendi bayrağını, 'halkın bayrağını' yapmış oldu. Böylece Mehmetçik'leri beklemeye başladılar.
9 Eylül saahı süvariler İzmir'e girmeye başlayınca, halk bayraklarını evlerine, çatılarına, ağaçların ve minarelerin tepesine asmaya başladı. Böylece İzmir tepeden bakınca bir anda 'gelincik tarlasına' döndü.
Bayrak, ordusunu bağrına bastı."
***
Pazar günü de İzmir gelincik tarlası gibiydi, tıpkı 9 Eylül 1922'de yaşananlar gibi... İşte bu yüzden İzmirli asla vazgeçmez, pes etmez.
Ne Atası'dan ne bayrağından... Dün olduğu gibi bugün de...
Bu sevgi her türlü siyasi bakışın üstündedir, yürekten gelir.
Mesaj budur. Çok açık ve nettir.
GÜNÜN SÖZÜ
Ben İzmir'i ve İzmirlileri severim. Güzel İzmir'in temiz kalpli insanlarının da beni sevdiklerinden eminim.
Atatürk
Ben de oradaydım...
Gazeteci olmanın yolu toplumu "yaşamaktan" geçer. İnsanların neler hissettiğini bileceksin, öfkelerini, sevinçlerini, mutsuzluklarını bire bir yaşayacak, mesleğinin ipuçlarını yakalayacaksın.
İşte bu nedenle, köşemin adı da "Yaşadıkça"dır.
İşin temeli budur.
Çünkü bu meslek halkın arasında, olayların içinde bir değerdir. Ötesi, tahmindir, öngörüdür, yani yanıltıcıdır.
Bu yüzden her gazete emekçisi, ister editör, ister redaktör, ister sayfa sekreteri, ister köşe yazarı olsun, hep aynı sıfatla anılmak ister; "Muhabir"...
Sarı basın kartında muhabir yazan her köşe yazarı için, bu en büyük gururdur.
***
8 Eylül akşamı, Türk Ordusu'nun Karşıyaka'ya Ordu Caddesi'nden girişinin 90. yılını kutlayanlar arasındaydım.
Eşim ve çocuklarımla...
Karşıyaka Belediyesi'nin Kadızade Zühtü Işıl Anıtı'nın önünde düzenlediği törene tanıklık eden yüzlerce Karşıyakalının coşkusuna şahit oldum.
Program güzel hazırlanmıştı. Görsel arşiv müthişti, hepimizi alıp geçmişe, kurtuluş gününe götürmeye yetti.
Ardından opera sanatçısı Yunus Kırılmış, Nazım Hikmet'in Kuva-yı Milliye destanını okudu, hep bir ağızdan... Ve de bizleri yürekten coşturan türküleri...
Menemen'den, Karşıyaka'dan gelen 50 zeybek, gururla ellerini öptüğümüz gazilerimiz, törenin en görkemli anlarını oluşturdu.
Sunucu ve organizatör Erhan Gölbey ise, davudi sesiyle, bizleri öyle bir havaya soktu ki, bıraksalar çoluk çocuk cepheye gidecektik.
***
En muhteşem an, fener alayıydı.. Ellerimizde bayraklarla, Nergiz'den sahile uzandığımız, o yol, o Girne Caddesi, hiç bitsin istemedim.
"İzmir'in dağlarında çiçekler açar", "Dağ başını duman almış", "10. Yıl Marşı"yla coşkumuz o yol aslında, halkın 9 Eylül'ü, kurtuluşu, özgürlüğü kutladığı coşkulu bir seferdi.
Koca yolu "sevgiyle" kapatan yüzlerce Karşıyakalı, gazileri, zeybekleri, başkanı Cevat Durak ve bandosuyla, bir kurtuluş bayramı yaşadı, şiirleriyle marşlarıyla, o günleri andı, kahramanları minnetini yolladı.
Bu yolculuğa katılan insanlar arasında genci de vardı yaşlısı da... 7'den 77'ye elimizde bayraklarla, büyük bir coşku yaşadık.
***
Herkes tanıdıktı, herkes birdi.
Ort yaşlı bir kadın sendelediğinde, "Aman annem, sen bize lazımsın" diye kollarına sarılan gençler gördüm o yürüyüşte...
Su isteyen bir çocuğa, elinde açılmamış suyunu veren teyzeleri... "İç yavrum iç, bana da gider" derken...
Biz ellerimizde bayrak sallayıp marşlar söylerken, evindeki balkonundan sarkan, bizimle aynı türküleri söyleyen, bayrak sallayan, destek veren, daha sonra gruba katılan insanları gördüm.
Pazarlıksız, işbirliksiz, çıkarsız...
Hepsi de aynı gaye için kalplerini açmıştı, tam bağımsızlık için, Atatürk için, silah arkadaşları için...
İşte 9 Eylül, İzmir için budur.