Orta mektep yıllarımda okumuştum o iki romanı. Hayal meyal hatırlıyorum, şimdilerde kitapçı raflarında o iki kitaba hiç rastlamıyorum. Birinin adı "Köse Kadı", diğerininki ise "Uçtaki Adam". Yazarı ise daha sonra başka kitaplarına yine hiç rastlamadığım Bahattin Özkişi. Bu yazarın benim hayatımda şöyle bir önemi var: Ben istihbarat denilen işin ve istihbaratçılık denilen mesleğin ne menem bir şey olduğunu işte ilk kez bu iki kitaptan öğrendim. Tarihi bir roman olarak tasarlanmış olan Köse Kadı'daki "Köse Kadı" tiplemesi tek kelimeyle müthişti. Köse Kadı devletin istihbaratçısı olan vatansever bir Türk'tü. Bizans'a gidiyor, çok sofu bir Müslüman olmasına rağmen, Bizans'ta bir şaraphane açıyor. Bütün derdi haber toplamak ve ülkesine göndermektir. Bu köse Kadı tiplemesinden dolayı bizim tarihimizde kurulan istihbarat amaçlı örgütlere hep sempatiyle baktım. Teşkilatı Mahsusa bana her zaman saygı değer gelmiştir mesela. Kurtuluş Savaşı'nın her aşamasında bu teşkilatın izine rastlarsınız. MİT hakeza, Cumhuriyet tarihi içerisindeki bütün sevimsizliğine rağmen yine de benim her zaman ilgi duyduğum bir kurumdur. Polis istihbarat ise başarılarına bizzat tanık olduğum iyi çalışan çok işlevli bir devlet birimi. Özellikle 28 Şubat'ta polisin sahip olduğu istihbarat gücünün demokrasi bakımından ne denli önemli olduğunu gördük.
***
Şüphesiz istihbaratçılık zor iş. Zor ama bir o kadar da mühim iş. Mesela MİT'in çalışmaları olmasaydı 1971'in 9 Mart'ında bas baya bir kanlı darbe yaşayacaktı Türkiye. Ordudaki bazı kuvvet komutanları, İlhan Selçuk, şu şimdilerde demokratlığı kimselere bırakmayan Hasan Cemal gibi adamlar Ba'as türü bir rejim kuracaklardı. Niye kuramadılar da 12 Mart onların canına okudu? Teşkilatın adamı Mahir Kaynak adlı ajan yüzünden. Mahir Kaynak, Madanoğlu Cuntası'nın içine sızdı. Bütün darbecilerden daha darbeci göründü. Onları çekip çevirdi ama nefes alışlarından da Teşkilatı haberdar etti. Sonra darbecilerin işlerini bitirecek hale gelince fişi çektiler. Bilmiyorum, belki de bugün Suriye gibi bir rejime sahip değilsek bunu Mahir Kaynak'a ve MİT'e borçluyuz. 12 Mart sanıkları mahkemede Mahir Kaynak'ı suçladılar, 'Bizi darbeye o teşvik etti' diye. Zaten onu anlatmaya çalışıyoruz günlerdir, şayet bu tarih ve bu olaylar doğruysa, özel yetkili savcı arkadaşların bir yanlışı var demektir.
***
İstihbarat üzerine Köse Kadı'dan bu yana çok casus romanı okuduk, çok Bond tipi film seyrettik. Bütün bunların tamamının konusu istihbaratın zor, fedakarlık isteyen, vatanseverlik isteyen karmaşık bir iş olduğu üzerinedir. İstihbarat örgütleri ülkelerinin çıkarları için bazen ve hatta çoğu kez büyük balığı yakalamak için bir sürü küçük balığı feda etmekten çekinmezler. Çünkü istihbaratçı için asıl olan, muhtemel büyük tehlikeden ülkesini korumaktır. Bunun için yapmayacağı fedakarlık yoktur. Yakın tarihimizde bunun ilginç örnekleri var. Mesela 2. Dünya Savaşı'nda yaşanmış "Coventry Olayı" denilen çok tipik bir olay var: İngilizler, Alman Hava Kuvvetleri'nin şifrelerini kırıyorlar. Almanlar bir İngiliz şehrine saldıracaktır. İngilizler müdahale edip saldırıyı önleyebilirler. Ama hayır, bunu yapmıyorlar, çünkü Almanlar şifrelerini çözdüklerini fark ederlerse daha büyük ve ölümcül saldırılara açık hale gelinir. Nitekim Almanlar planladıkları gibi o İngiliz şehrini bombalıyorlar ve yüzlerce masum İngiliz vatandaşı ölüyor. Tarih bu kararı alan İngiliz yöneticilerin İngiliz Harp Divanı'nda yargılandığını yazmıyor, çünkü yargılanmadılar.
***
Şimdi güncel tartışmaya gelirsek: Anlaşılıyor ki MİT, PKK'nın ve diğer bölücü unsurların ciğerine kadar sızmış. MİT'in adamları liderlik konumlarına yükselmişler. Nasıl yükselmiş olabilirler? Herhalde eylemci, atak yönlerini öne çıkararak. Benim anladığım, MİT kendi adamlarının örgüt içerisinde yükselmesi için bazı eylemlere katılmasına cevaz vermiş. Hayal ediyorum, belki de 2014 yılında, tam kontrol ve tam ele geçirme gerçekleştiği zaman MİT, ya bölücü hareketi param parça edecekti ya da örgütün büyük başlarını bu çevreleme sonucu imha ve ele geçirmeyi mümkün kılacaktı. Aslında hayal ettim ama aklı başında ve iyi çalışan bir istihbarat teşkilatı tam da böyle çalışır işte. Peki, biz ne yaptık şimdi? Aklı "olay yeri incelemesi"nin ötesine ermeyen dar düşünceli polis ve savcıların marifetiyle bu büyük istihbarat hamlesi boşa çıkarılmış oldu. Devletin bütün sırları "faş" edildi. Şimdi alsınlar, hayrını görsünler. "Evrak üzerinde suç unsuru bulduk, kaset ele geçirdik" diye yaptıkları işi savunup dursunlar olay yeri incelemesi mantığıyla.
***
Bir husus daha var ki, yazmazsam içime dert olacak: Bazı arkadaşlar diyorlar ki "iyi ama bu kararı alan da yargı". Eyvallah, bir şey diyen yok da, kim bu savcı, ben tanımıyorum ki. Ne yer ne içer bilmiyorum. Hayatında devlet teorisine, devlet felsefesine dair iki kitap karıştırmış mı? Bu ülkede, bu ülkenin etrafında, dünyada olan olaylara dair bir analiz zihnine sahip mi? Okur-yazar bir hukukçu mu yoksa boş vakitlerini okey masasında geçiren yargıçlardan mı? MİT kararını veren savcının müktesebatı ne? Bunu bilmiyoruz. Oysa neredeyse vatana ihanetle suçlanan Hakan Fidan, son 8 yıldır dünyada Türkiye'nin yüksek çıkarlarına ilişkin hangi işe rastladıksa altından çıkan adam. Sadece TİKA başkanlığı döneminde bu ülkenin itibarına yaptığı katkı yazılmaz, anlatılmaz, sadece bir vatansever yürek tarafından hissedilir. Şimdi hiç yüzünü görmediğimiz, hiç bilmediğimiz bir savcı, işini yapan, oyunu işinin kurallarına göre oynayan bu adamdan şüpheleniyor. Deniyor ki, Cumhuriyetin savcısı! Ona da tamam ama Hakan Fidan da başında "Milli" ibaresi olan ve bu milletin-devletin haysiyetini, bekasını korumakla mükellef devlet istihbaratının başındaki adam ve üstelik herkesin tanıdığı, bildiği bir kamu görevlisi.
Benim kişisel olarak da ayrıca güven sorunum var: Boğazlıyan Kaymakamı Kemal Bey'e idam cezası veren Nemrut Mustafa bir özel yetkili yargıçtı. İngilizler istediği için masum bir Türk subayını astı. Şapka giymedi diye İskilipli Atıf Hoca'yı ipe gönderenler de özel yetkili savcı ve hakimlerdi. Dr. Nazım'ı asanlar, masum, zavallı ve dahi memleketin tek iktisatçısı Cavit Bey'in boynuna yağlı ilmiği geçirenler tas tamam özel yetkili yargıçlardı. Daha bitmedi, bu ülkenin gelmiş geçmiş en vatansever başbakanı olan Menderes ve arkadaşlarını öldürenler kimdi? Hepsi özel yetkili savcı ve yargıçlar değil miydi? Söyleyin bana, Egesel kimdi, Başol kimdi?
O nedenle kimse kusura bakmasın, ben tanıdığım, bildiğim Hakan Fidan'a güvenirim, resmini bile görmediğim ve kimsenin görmediği, bilmediği bir savcıya ise, üstelik de şu yaptıklarını gördükten sonra, niye güveneyim?
SON DAKİKA: Şimdi geldi haber, MİT soruşturmasını başlatan savcı Sadrettin Sarıkaya dosyadan el çektirilmiş. İyi bir gelişme bu. Ancak, bence bu yetmez, devlet sırlarını böylesine ayağa düşüren bu savcıya hem hukuki hem de idari soruşturma açılmalıdır. HK.