İki gün önce TBMM Darbeleri Araştırma Komisyonu'na açıklamalarda bulunan 28 Şubat döneminin gazeteci ve yazarları "korkmuştuk" veya "yanlış işler yaptık, pişmanız" dediler.
Hiç olmazsa bu basireti ve dürüstlüğü gösterdiler. Böyle demeleri tarih önünde asla onların sorumluluklarını ve o dönemde insanları yaşattıkları acıları hafifletmez, ancak bundan sonra özellikle medya dünyası için öğretici bir ibret dersi alınmış olur.
Gazeteci Mehmet Ali Birand'ın darbelerde sivillerin rolünü deşifre eden açıklamaları özellikle dikkat çekici ve öğreticiydi.
***
Gazetecilerden bir gün sonra bu kez gazete patronları geldi komisyonun önüne. O dünün "Tanrılaşmış" patronları...
Bir işaretleriyle hükümetler yıkan, hükümetler kuran güç simsarları...
Pijamalarıyla başbakan karşılayan beyefendiler.
TBMM'nin huzuruna gelirken kuzu gibiydiler.
Dünün korkunç güç odaklarını böylesine süngüsü düşmüş sıradan adamlar olarak görmek, ne yalan söyleyeyim, insanda acıma duygusu bile uyandırıyor.
Bu kadar yüksekten düşmek ne kötüdür, ne acıtıcıdır!
Patronlardan Dinç Bey her zaman olduğu gibi açık sözlü, dürüsttü.
28 Şubat'taki rolünü de, yaptıkları hataları da namuslu bir biçimde anlattı.
Dinç Bilgin'e her zaman saygı duyarım, bir kez daha ona duyduğum saygı artmıştır.
Bana göre uzunca bir süredir de yaptığı açıklama ve analizlerle demokrasimize hizmetler ediyor.
***
Doğan Grubu'nun patronu Aydın Doğan'a gelince:
Her zamanki gibi kibirli ve kuyruğu dik tutan bir havadaydı.
Söylediği sözlerin çoğu gerçeği yansıtmıyordu. Komisyona açıkça yaşananların ve gerçeklerin uzağında şeyler söyledi.
"Devletten bir kuruş almadım" dedi. Gülmekten neredeyse bayılacaktım. O komisyon üyelerinden birisi 28 Şubat'ta Mesut Yılmaz hükümetinden 250 milyon dolar dağıtım şirketinin elektronikleştirilmesi kredisi alıp almadığını neden sormadı anlamadım.
Sonra, 1989'da 700 milyon dolar olan servet 15 senede nasıl 6 milyar dolara çıkmış, o sorguda bu da açıklığa kavuşmadı.
28 Şubat'a onun yazarları ve gazetecilerinin verdiği destek zihinlerimizde o kadar canlı duruyor ki Aydın Doğan'ın kendisini pir u pak ilan eden açıklamaları sadece bu yaşa gelmiş bir insanın nasıl bu duruma düşebildiği konusunda insanı düşündürüyor.
Bütün bunları ve söylemiş olduklarını bir kalemde geçiyorum ama öyle bir şey söyledi ki, hem Aydın Doğan'da hem de bu ülkede, demokratlarda dahil birçok çevrede demokrasinin zerresinden bihaber olduklarını anlıyorsunuz.
Diyor ki Aydın Doğan: "Başbakan Erbakan, Yeltsin gibi tankın üzerine çıksaydı, 28 Şubat olmazdı."
Allah Allah... Meşru, anayasal, gücünü halktan almış ve seçilmiş bir hükümet başkanı bir demokraside neden tankın üzerine çıkmak zorunda kalsın ki?
Hangi demokraside böyle bir mecburiyet var?
İnsanlar tankın üzerine çıkmasın diye demokrasiler icat edilmiştir zaten.
Bu bir marifetmiş gibi herkes tarafından tekrarlanır oldu son dönemde. Şimdilerde de darbecilerle işbirliği yapanların ağzında bir bakıma kendilerini savunma argümanına dönüştü.
Oysa dünyanın en sakat ve en ahlaksız argümanıdır bu.
Efendim, Başbakan Erdoğan 27 Nisan'da direndi, onun için asker bir şey yapamadı.
Esastan yanlış bir önerme. Başbakan Erdoğan 27 Nisan'da direnmedi, o sahip olduğu anayasal gücün farkındaydı, milletin kendisine verdiği meşruiyet gücünü biliyordu, onun için sadece yarım A4 kağıdına kurumların anayasal görev, sorumluluklarını hatırlattı ve anayasal hiyerarşiyi tekrar etti.
O kadar!
Her şey kendiliğinden, normal bir demokraside nasıl olması gerekiyorsa öyle düzeldi.
Peki, 28 Şubat'ın yöneticilerinin hataları yok muydu? Diye sorulabilir.
Onu da anlatalım...