Biliyorsunuz, Gezi Parkı'nda başlayıp tüm yurda yayılan eylemlerin öncesinde, sanatçılar zaten sokaklardaydı. Kültür Bakanlığı'nın son rötuşlarını yaptığı yasa taslağıyla, devletin sanat kurumlarının yaşayamaz hale geleceğini dile getiren sanatçılar, hem protesto eylemlerini sürdürüyor hem de sanatseverleri destek çemberine çekmeye çalışıyorlardı.
Sonra Taksim'deki malum olaylar ve günlerdir ateşi düşmeyen bir halk hareketi başladı. Ülkeyi yönetenlerin 'ben yaptım oldu' zihniyetine karşı, 'bizi yok sayamazsınız' demek için... Ardından önceki gün de hükümet yetkilileri, 'mesajı aldıklarını' söylediler.
***
Nedir alınan mesaj ve bizzat günah çıkarırcasına madde madde sıraladıkları hatalar? En başta, yarattıkları siyasal atmosferde halkın taleplerini gözden kaçırdıklarını kabulleniyorlar.
Ayrıca halk, istemediği bir uygulamaya tepki gösterdiğinde; ötekileştirilmeyi, şiddete uğramayı, tehdit edilmeyi, saldırgan, baskıcı ve aşağılayıcı söylemlerle yüzüne nefret kusulmasını artık koyun gibi sineye çekmeyecek. Ne de olsa 40 kez eyvallah diyen, sonunda illallah eder! İşte o 'illallah' noktasına gelindiği de itiraf ediliyor hükümet açıklamalarında.
***
Şimdi sıra, olaylarda şiddet görenlerden 'özür dileyen' iktidarın samimiyet sınavında... Örneğin İzmir'deki gösterilerde, eli sopalı grupları hala polisin ardından kıs kıs yürürken ve kıstırdıkları insanları öldüresiye döverken görecek miyiz bakalım!
Ve zeytin dalı uzatılan yeni süreçte ilk kriterimiz, hükümetin sanata yönelik tutumunda kendini gösterecek. Şimdiye dek iktidar mensupları tarafından en çok tu kaka edilen, içine tükürülen, küçük düşürülmeye çalışılan kesim sanat ve sanatçılar oldu.
***
Hele Cumhuriyet tarihi boyunca Türkiye'nin her köşesine sanat taşıyan, halkın en geniş katılımcılıkla oyunlar izlemesini ve çok sesli müzikle tanışmasını sağlayan devlet kurumlarına kilit vurma girişimi, bardağı taşıran son noktaydı.
Yeni taslakta, il kültür müdürlüklerine bağlanması ön görülen devlet tiyatroları, opera bale ve senfonilerin devamlılığı mümkün değil. Devletin hem sanatçı istihdamından hem de eserlere ödenek ayırmaktan elini ayağını çekeceği bir yasal düzenleme, sanatı başladığımız yerin gerisine götürecektir.
***
Ayrıca anayasada hiçbir meslek güvencesi olmayan ve özlük hakları korunmayan sanatçıların standartlarıyla oynamak, repertuvarların belirlenmesini bürokratik yapıdaki bir 'sanat kurulu'na bırakmak, çağdaşlık, çoğulculuk ve özerklikten yoksun bir uygulamadır.
Burada da en büyük eksiklik, bu tasarının sanatçılarla birlikte hazırlanmayışı, o kurumları temsil eden kadroların süreçten uzak tutulmasıdır.
Eğer 'olaylardan ders aldık, yanlışlarımızı gördük' diyor ve katılımcılığın ülke yönetimindeki yerini idrak ediyorlarsa, sanat kurumlarının işleyişini düzenleyen o taslak, bu handikaplarla çıkarılmamalı.
***
Madem artık halkın ve ilgili kesimlerin duyarlılığı gözetilecek; tiyatroları, orkestraları, operaları kapatmadan önce vatandaşın nabzını yoklasınlar. Onların bu kurumlar kalktığında, sanattan ne ölçüde pay alma şansı bulabileceklerini sorgulasınlar, milletin düşüncelerini alsınlar.
Ve sonra yeniden masaya oturduklarında, bu kurumları daha özerk, daha adil, çalışanların haklarını koruyan ama seyircinin de en verimli hizmeti alabileceği şekilde bir düzenleme yapsınlar. Tabii ki, işi bilenlere danışarak...