Sosyal paylaşımsız tatil keyfine geeel...
Fromm'un yaşadığı ve eserlerini yazdığı dönemde henüz ne twitter kuşu, ne facebook mavisi, ne de instagram albümü vardı. O yine de fotoğraf merakındaki aşırılığın bile hayatı kaçırmaya yol açtığını düşünüyordu.
Acaba günümüzdeki insan portrelerini görse neler yazardı!
İnsanlığın büyük çoğunluğu tarafından, evrenin 'sosyal paylaşım alanlarımız' kadar küçüldüğü, herkesin bulunduğu anı içine sindirmek dururken her saniyesini başkalarına 'gösterme' ve 'beğendirme' sevdasına kapıldığı bir internet ağına düştük. Bireyin üretimlerini, duygu ve düşüncelerini dünyanın her tarafından insanla aynı anda paylaşabilmesi, sevdiklerinden haber alabilmesi ve onların coşku, üzüntü, kaygı ya da keyifli anlarını paylaşabilmesi elbette müthiş bir fırsat...
Ama her güzelliğin dozunu kaçırdığımız gibi, sosyal paylaşımın da abartı ötesindeyiz.
Durmaksızın selfie yaparak hayatını sürdürenler var! Yediği içtiği gördüğü her şeyi oraya koyan, herkese laf yetiştiren, yetiştirilen laflara yanıt veren tipler, hayatlarının kendi parmakları arasından kayıp gittiğini fark etmiyor mu? Böyle yaşanır mı yahu!
Hastanede ölüm döşeğinden bile instagrama, facebook'a fotoğraf devşirmeyi akıl edenlere, çektiği selfie'leri koyup altına 'beyin ameliyatından beş dakika önce' diye spot düşenlere şaşmamak mümkün mü?
Ellerindeki telefona gömülmüş halde yürüyebilen, önüne bakmadan da yol alabilen bir nesil yetişti. Kitap okuma oranının düştüğü söyleniyor.
Düşmemesi elde mi?
Halbuki sosyal paylaşım hesaplarında geçirilen zamanı verimli kullanarak neler yapılmaz...
Sanatsal etkinliklere daha fazla ilgi gösterilebilir, daha çok kitap okunabilir, yabancı dil öğrenimine ya da konuşma pratiğine zaman ayrılabilir, çevremizdeki insanlarla daha etkili iletişim kurulabilir, yeni ve gerçek arkadaşlıklar edinilebilir, yaratıcı hobiler geliştirilebilir...
Her şeyden önce yaşadığımız andan keyif alınabilir, keyif.
Ben denedim. Geçen haftaki yıllık iznim boyunca Fethiye'deydim.
İnstagramı, facebook hesabımı dondurdum. Tatil boyunca hiç çekim yapmayacağımı, bir şey paylaşmayacağımı, sanal takipçiliğe, hatta mesajlara ara vereceğimi kendime telkin ettim. Nitekim zorunlu aramalar ve çağrıları yanıtlamanın dışında telefona elimi sürmemeyi başardım!
Özellikle tatilde gittiğimiz yerleri vizörden geçirmeyi, internete görüntüler boca etmeyi amma da saplantı haline getirmişiz!
Kaç kez yeltendiğim halde son anda kendime verdiğim sözü hatırlayarak vazgeçtim. Dil çalışmaya, yeni insanlar tanımaya, sosyal aktivitelere katılmaya ve sindire sindire doğanın keyfini çıkarmaya bıraktım beynimi... Gazetecilik refleksinin de etkisiyle 'aman şu pozu kaçırmayayım, o kareyi de yakalayayım, şurayı da çekeyim, bunu da face'e yükleyeyim' derken, doğru düzgün tatil yapamıyormuşuz meğer!
Ayrıntılar için lütfen tıklayın.