Hayatımız boyunca hep bir takım kapılardan geçeriz. Zannederiz ki bilmek, öğrenmek istediklerimiz hep bir eşiğin arkasında gizli. İsteriz ki, kapısını çaldığımız her zilde, her tokmakta en sevdiklerimiz karşımızda bizi bekliyor olsun.
İnsan doğası gereği doyumsuzdur. Neden?
Çünkü eksiktir. Bu dünyaya tamamlanmak için gelmiş. Büyümek öğrenmek gelişmek ve olgunlaşma arenasıdır bu dünya. İstekleri, arzuları, arayışı hiç bitmez insanoğlunun.
Arzumuzun yöneldiği ve ulaştığını sandığımız her durumda görülür ki hedef tam da o değildir. Bir şeyler yine hep eksik kalmıştır.. Tam çözdüğünüzü zannettiğiniz anda anlam yine karışır. Çünkü her şeyi bilirseniz araştırma öğrenme isteğinizi kaybedersiniz. Yaratılış nedeninize karşı gelirsiniz. Kendimizi ve çevremizi kurcalamaktan bıkmayacağımız kesin. Açılmayan kapıları yumruklayacağız. Kavga edecek, yılmayacak, bıkmayacak mücadelemize hep devam edeceğiz. Bu durumun birde bizi mutlu eden güzellikleri var. Çocukluğumuzdan beri yüzümüzü güldüren ne çok kapıları tıklattık. Sevgilerimizin anahtarlarının hep bir kapısı vardı.
Özdemir Erdoğan "aç kapıyı gir içeri" derken, Ajda Pekkan "kapı açık arkanı dön ve çık istenmiyorsun artık" diyerek yine yüreğimizi dağlayan şarkıları yapmamışlar mıydı?
Bir babanın kızına bağırırken söylediği sözler, "Bu kapıdan çıkarsan bir daha içeriye giremezsin' ve anne oğluna seslenirken "geç gelirsen kapıyı açmam" serzenişleri hep kapılar üzerine kurulmuştur.
Mahalle kültürünün yerini hiçbir şeye değişmem. Kapı komşulukları, aşkları, satıcıları, dostlukları, kavgaları her şeyi ile geride kalan güzelliklerdi. Kadim dostlarımız postacılarımız vardı, kapımızın altından mektuplarımız atılırdı. Eğer derslerimizi çalışmaz, ödevlerimizi yapmazsak, kapıya çıkma yasağımız vardı. Kaybolan anahtarlarımız için endişe etmezdik. Komşunun kilidi nasıl olsa bize uyardı. Arka bahçe kapılarımız evin büyükleri geldiği zaman, geç kalan biz gençler için kullanılırdı. Evin babasına görünmeden odamıza kaçıp ders çalışma moduna girerdik. Küçük beyaz yalanlarımızın masumiyetini şimdikinin acı gerçeklerine tercih ederiz eminim. Hayatımızın her anını anlamlaştıran ve bizde iz bırakan ruhumuzun kapılarının ardında neler var hiç düşündünüz mü? Bastırdığımız öfke nöbetlerinin psikolog kapılarına kadar bizi sürüklemesine ne dersiniz?
Duygularımızın kabarmasında ve negatif enerjiye dönmesinin altındaki nedenleri düşünürken hepimizin kafası karışıktır. Bağırmak ve yüksek sesle konuşmanın gerçek anlamı "Beni duy önemse. Sana kendimi anlatmak istiyorum. Benim düşüncelerimi kabul et bana değer ver" isteği yatmıyor mu? Her öfke anı; farkındalığın bir adım ilerisinde, değişimin de bir adım gerisinde bir yerlerdedir ve bizi bir kapı eşiğinde bekler.
KALBİNİN KAPISINDAN GİREMİYORUM
Pınar'ın en büyük sorunu sevdiği adamın kendisine mesafeli davranması ve aralarına hep bir engel koymasıydı. "Kalbinin kapısı sanki bana kapalı bir türlü içeriye giremiyorum" derken duygularını nasıl da samimi bir şekilde dile getiriyordu. Bazılarımız konuşma özürlüdür. Sevgilerini hislerini gömerler.
Konuşursa anlamlarını kaybedecek ve bir daha karşısındaki kişi onu eskisi gibi sevmeyecek, merak etmeyecek duygusu ve kendini ele verme kaygısı yaşarlar. Kilit vurmuşlardır,yüreklerine. Açamaz bir türlü kapılarını ve eşikte beklersiniz belki bir gün içeri girebilme şansınız olur diye. Şu kısacık hayatta yüreğimizin ve gönlümüzün kapılarını kapatmayalım. Sevgiyle birbirimizi kucaklayalım. En güzel duyguların size açılması dileğiyle sevgiyle kalın.