Bahçemde dikine devasa bir otobanda üç, belki beş şerit bir trafik var... Vasıtalar vızır vızır geçiyor! Geçenlerin hiçbiri birbirine değmiyor... Bu yol, çamın yolu. Çam, bunca varlığı üzerinde ücretsiz konaklatıyor. Çam, oncasına dam oluyor barınmak için. Ağustos böceğinin çatlamışı hala çamın üzerinde... Çam, reçineden tabutu oluyor böceklerin. Sadece bu cılız, yerini pek benimsemememiş çam ağacı bile başlı başına bir yaşam dersi. Sana başka (dikine) bir bakış açısı...
'İnsanlar niye bana böyle davranıyor? Hep benimle uğraşıyorlar! 'Yok yaa?! İnsanların işi gücü yok, herkes seninle uğraşıyor, öyle mi? Hanım, bu ne kibir? Bu ne büyüklenme kokan bir sızlanma! Bu ne arzın merkezinde bir konumlanma! Tamam, belli, bir problemin var. İşler belli ki pek yolunda gitmiyor. En azından bir imaj sorunun var. Yani, testide olanla dışına sızan aynı değil... Ya da belki aynı şey, sen farkında değilsin! İşte asıl o daha büyük sıkıntı! Ağaca bak. Görmüş müydün daha önce onu? Yani böyle görmüş müydün? Bilmiş miydin? Yoksa dalına çıkıp meyve toplamadıkça ya da bir salıncak kurmadıkça anmamış mıydın adını? Gölgesine beleş kurulup giderken bir eyvallahı çok mu görmüştün? O ağacın üzerinde nasıl kocaman bir dünya var... Hiç farketmiş miydin?Ağaçtan yola çıkarsan, her küçük detaydaki düzene dikkat kesileceksin. Ağaç sadece başlangıç noktan olacak. Sen şimdilik ağaca bak. Onu bil. Hisset. Düşüncelerini ağaç üzerinde yoğunlaştır. Kendini bırak dışarıda... Bedenin ağacın dalında bir kedi olarak kalsın. Sen...Ağaç ol!
Ağaç olduğunda, uzayda kapladığın yerin aslında sandığından daha küçük olduğunu farkedeceksin. Yaşamsal derecede önemli olsan da senin gibi milyarlarca ağaç olduğunu bileceksin. Sadece bulunduğun noktada dev bir evren, bir metre ileride bir hiçsin. Orada yepyeni bir ağaç, yepyeni önem alanları var.
Ağaç ol, tüm dertlerin bir karınca sürüsü gibi hiç durmadan geçip gitsin, aksın üzerinden.
Ağaç ol, zamanın ruhunda açtığı irili ufaklı tüm yaralar kendi içinden gelen bir güçle, reçineyle kaplanıp iyileşsin.
Ağaç ol. Nice umutsuz, nice güçsüz barınsın, serinlesin bilge dallarının arasında.
Ağaç ol. İlkbaharda yeşeren yaprakların güzel günlerinse, sonbaharda dökülenler de bir sonraki baharın müjdecisi olsun, umut olsun.
Ağaç ol. Yaşamın tüm fırtınalarına, tipilerine, kavurucu sıcaklarına karşı bir gurur abidesi gibi dimdik dur, bekle günlerin getirdiğini.
Ağaç ol. Köklerin sarsın çevreni, aile olsun. Çocuk olsun. Büyükbaba, anne olsun. Kendi gücünü kendi köklerine bağlı olarak alır olsun. Hiçbir ağaç, özsuyunu başka bir ağacın kökünden almaz.
Ağaç ol, hiçbir işe yaramıyorsan şu dünyada, ya da öyle hissediyorsan... İçi çürümüş de olsa, devrilecek hale gelse de o ağaç, bir çocuğa yatak, ya da üşümüşü ısıtacak bir odun parçasına da dönüşse gövden, bil ki sen sadece o harikulade bütünün muhteşem bir parçasısın. Ne ayrısın onlardan, ne öte...
Sen önce ağaç olmayı bil. Sonra meşe palamudu olursun belki, kimbilir, sincap olursun bir adım sonra. Kedi olur, kapıma gelirsin. Ben, süt olurum sana... Herkes kendi rolünü oynar bu dünyada. Rolün büyüğü, küçüğü olmaz. Rolün iyisi kötüsü olmaz. İyi oynanmışı, bir de kötü oynanmışı olur elbet.
Terörün içimizi dağladığı şu günlerde yepyeni evlatlara can verecek, kökü yüzyıllara uzanan, fevri hareket etmeyen serinkanlı o ağaç ol! Bilge bir ağaç ol sen, gerisi gelir zaten...
O ses Türkiye
Siz hiç sessizliğin sesini dinlediniz mi?
Sessizliğin aşırısı da iyi olmayabilir.
Kendi kalp atışlarınızı duyarsınız. Damarlarınızda kanın pompalanmasını duymak da mümkün.
Bir çalının çıtırtısını duyarsınız...
Heyecanlanır, elinizde namlu, siper gerisinde beklerken kendi nefesinizin sesini duyarsınız.
O SES TÜRKİYE!
Kurşun vızıltısı, şarapnel uğultusu, dağılan toprağın damlara yağarken oluşturduğu kara yağmurun sesi!
Yaralı bir göğsün ıslak hırıltısı,
Vurduğun hasmının bıyıkları yeni terlemiş yüzünü gördüğünde boğazında oluşan yutkunma sesi.
Bir yanda da kardeşi kardeşe vurduran kara ekonominin, çil çil paralarının şıngırtısı!
O SES TÜRKİYE!
Merhumu iyi bilen bir grubun hep bir ağızdan yanıtını hiç bu kadar sert duydunuz mu?
Siz hiç haber bültenleri haricinde bir şehit anasını ağlarken duydunuz mu?
Siz şehitlerin isimlerini okurken sessizce ağlayan spikeri izlediniz mi? O burun çekme sesi var ya... İşte o ses...
O SES TÜRKİYE!
Siz hiç sokaklara çıkıp isyanınızı bağırdınız mı?
Yoksa tablet bilgisayarlara, sosyal medyalara mı döktünüz derdinizi?
Klavyenizin tıkırtısı mı temsil etti sizi, yoksa en sevdiğiniz köşe yazarı mı haykırdı sizin adınıza?
En acılı günde öfke ve üzüntüyle çevirdiniz mi gazetenizin sayfalarını?
O hışırtı bile!
O SES TÜRKİYE!
Ne bir kız uğruna birbirine giren iki kardeşin kavga gürültüsü, ne tecavüze uğrayan İffet'in çığlıkları, ne detoks kürleri hazırlayan beslenme uzmanının mikserinin sesi, ne de ' Beni seç beni seç!' diye yarışmacıya yaranmaya çalışan şarkıcının sesidir o ses!
O ses, sonbaharın bitip kışın başlama sesidir.
O ses, biz'in bittiği yerde başlayan ben ve O'nun sesidir.
O ses, dilimizde biten tüyün, o ses evlat bitmese bile anaların biten sabrının sesidir.
O ses, hakiki düşmanı görmezden gelip piyonla uğraşanların çıkardığı ıslık sesidir.
O ses, nöbeti aniden bitip sonsuza dek uykuya yatan Memedimin sesidir.
O ses, bugün ağlayan bir milletin sesidir.
Asıl O ses...
O SES TÜRKİYE!