Şeytan bu şehri seviyor, bu atalet duygusunu... Martı olup vapur peşinde geziyor, umut denen simitlerinizin son kırıntılarını gözlüyor. Kordon'da buzlu bademci oluyor, fayton sefası ısmarlıyor size. Rakı şişesine sığıyor. O uygunsuz vaadleri fısıldayan dili şişlere gelesice şeytan, dil şiş oluyor, masanıza geliyor tavada kalamarın eşliğinde..
Roman kadını oluyor, altın dişiyle sırıtıyor ve hiç bir kuantum fiziği ve 'evren sana istediğini verir' yalamalığına kaçmadan, arzu ettiğin geleceği sunuyor üç otuz paraya.
Kişisel gelişim denen şeytan icadı, bu şehirde şeytanın umursamadıklarından! Kişisel gelişim, balığa endeksli çünkü... Fosforu alıyor memleketlisi, lüzumsuz yere kişsel gerilmiyor.
Aslında kurulu düzenin içine tükürmek isteyen sanatı da kendi şehrinde pek iplemiyor, şeytan... Çünkü sanat, insanları yoldan çıkarmak için tek seçenek değil, bu şehirde.
'Çalışma', diyor. 'Memleketi sen mi kurtaracan? Bir Cuma da erken çıkıver işten, Çeşme bu. Boru değil' diyor. Alaçatı'da sörfe bekliyor. Hem de pareosuyla çağırıyor.
Şeytan, bu memlekette kadın kılığında gezmeyi daha çok seviyor. Başa çıkılmıyor, baştan çıkarıyor. Gül Sokak'ta güzelliğinin çok farkında, geziyor. Şenlik diyor, Night Out diyor geziyor. Elinde alışveriş torbaları, aklında şehrin kaldırımlarında indirim hülyaları...
Şeytan otomobil kullanmıyor, değnekçilik yapıyor. Park yeri yok çünkü iş güç sahiplerine... Ruhu iş görmek isteyenlere 'gel abi, gel' diyor. Seni durdurmak istiyor. Yetişeceğin yer olmasın, aylaklaşasın istiyor.
Diyet yapamazsın, şeytanın memleketinde. Gece çöp şiş yemiştin ama, sabaha karşı kumrucu açar şeytan. Karşı koyamazsın yengene.
Gün ortası delikanlının bira köpüğünden bıyığı, liseli genç kızın katlanmış eteği oluyor. Şeytan diyor ki, yanaş şuna!
Şeytan bahar oluyor, etekleri uçuşuyor İzmir'de... Ama hazzın tadını çıkaracak kadar da düşünüyor, sağlığını. Kemeraltı'nda Kızlarağası hanında nargile keyfini daha uzun süreler yapabilmek için fuarda düzenli yürüyüşler yapıyor, hali vakti yerindeyse tenis oynuyor.
İnciraltı'nda abur cubura, Karşıyaka'dan kalkan vapura, devamsızlık çokken bile kırılan okula sponsor oluyor.
Şeytan para kazanmıyor, kira geliri yiyor bu şehirde. Elli yaşın üstündeki adamları bir kafeye, kadınları küt oyunu partilerine dolduruyor. Kadınların bakışlarını ayakkabılara, adamların bakışlarını ayakkabılara iştahla bakan her yaştan bakımlı kadına çeviriyor.
Şeytanın favori işlerinden biri bakım merkezi işletmek! Saç yapıyor, manikür- pedikür- cilt bakımı, ağda derken tatlı tatlı alıyor kadının ağzından aile sırlarını...
Bazen şeytan yazın boş oturup kışın çalışmaya karar veriyor ve en yoğun ve en işlek anında kazmaya başlıyor ikamet ettiği Alsancak'ı! Ve Alsancak, zamansız ölen genç ve güzel bir kadın cesedi gibi yatıyor, bağırsakları dışarıda...
Şeytan ben oluyor, parmaklarımı kontrol ediyor klavyede. Yazdırıyor, ama okutmuyor. Dışarısının cıvıltısına açıyor kulaklarımı. Sürekli bir davet halinde! Aşık ediyor bu şehre, benzersiz kılıyor hazları, martı sesi oluyor. Şeytan diyor ki, yayınla bu yazıyı! 'Ne anlayacaklar bu yazıdan?' diye soruyorum. 'İzmir'i övdüğümü mü, yoksa lanetlediğimi mi?' Kıkırdıyor. 'Kim neyi anlamak istiyorsa onu..' diyor.
Şeytana pabucunu ters giydiremezsin bu şehirde. Çünkü her horoz kendi çöplüğünde, şeytan Alsancak'ta oturuyor.
Kölenin mutluluğu: İzmirli olmak
Ülkenin üçüncü büyük şehri olmakla övünen İzmir, son yıllarda iş ve gelişmişlik ölçütlerinde, kimi listelerde dokuzunculuğa kadar düşmüştür de, farkında mıdır, bilinmez. Türkiye'nin en batı noktası, Yunanlının iç geçirme sesleri arasında sahiline gömülüdür. Kordonboyu, Çeşmesi ve geniş hinterlandıyla, Yunanlılarla birlikte denize dökülmüş bir şehirdir ama uykuda, habersizdir. Sosyal demokratlığın ve modernitenin markası olan bu liman şehrinin iki dezavantajı vardır. Birincisi, yukarıda da saydığımız deniz olgusudur. İzmir, bu olguya sırtını öyle yaslamıştır ki, misafirinizi götüreceğiniz şık bir mekan bulamazsınız. Bütün dekor, deniz ve güzel bir iklimdir. İzmirin bu mirasyediliği, gelişiminin önüne set çeker. İnsanı tembel, uyuşuktur. Özellikle de erkeği... İzmir kızına güven olmaz, derler ya, evet olmaz. Çünkü İzmir kadını bu uyuşukluğu farketmiştir ve çoğu bundan nefret eder. Çemberi kırmak ister. Zengin kadınlar Alsancak'ın kolay hayatından sıkıldıklarında kendilerini yurtdışına atarak hastalığın semptomatik tedavisine yönelirken, biraz sıkıntıda olanı - eğer yetenekli ve hırslıysa- İzmir'i cerrahi olarak söküp atar. Bu da gereklidir. Çünkü İzmir bağımlılık yapar, ancak ameliyatla alınır içinizden. İşte bu kızlar, ilk fırsatta İstanbul'a atar kendini. Buradan da Sezen Aksu'lar doğar ülke gündemine ve sanat hayatına ışık saçmak üzere... İstanbul'un yeni ve gerçek sahipleri, yani günümüzün hakiki İstanbulluları, İzmir devşirmesidir. Bir gariptir İzmirli! İki kere iki, İzmir'de dört etmeyebilir. Şaşırmayın sonra. Dünya markası getir, tutmayabilir burada. Oysa yerli markalar buradan tüm ülkeyi sarabilir. Takası hala kullanan tek il, İzmir'dir. Ölçümüz 'balık'tır. Herşeyi onunla kıyaslarız. Bir şeyin pahalı olduğunu ima etmek için, 'Ulan, o parayla balık yerdik.' deriz. Sözün özü, İzmirli en modern muhafazakardır. Mini etekli kızlarla türbanlıların beraber oturduğu, dindarın yanında gayrimüslimle rakısını içtiği şehirdir. Ama muhafazakardır. Ne konuda mı? Hayat tarzına, lüks İzmir hapishanesine öyle alışmıştır ki, bir şeyleri değiştirmeye çalışan İzmir usulü zındıktır. Memnun olmasa da hizmetlerinden, sosyal demokrat yönetimi değiştirmeyi düşünmez. Kölenin mutluluğudur İzmirli olmak... İzmirli olmak, aşk evliliğidir. Evliliğin monotonisi, aşkın cazibesiyle hep kafa kafaya gelir. Ne zaman kafan kızsa, dışarıda daha iyi bir eşin bulunmadığını anlayınca kürkçü dükkanına dönersin. Büyük kavgaların olur, ama seversin. Bir gün ayrılsan da ondan, sevmeye devam edersin...