• BUGÜNKÜ YENİ ASIR
  • Namaz Vakitleri
  • VavTv Canlı Yayın
HAKKI, HAKK’A YÜRÜDÜ HAKAN URGANCI

HAKKI, HAKK'A YÜRÜDÜ

hakan.urganci@yeniasir.com.tr Tüm yazıları
Giriş Tarihi: 09 Haziran 2012, 15:31
Altın Yunus'un Altın Yunus olduğu zamanlardı.... Disko deyince akla sadece Mogambo ve Dokuzbuçuk'un geldiği o eski iyi günlerdi... Arkadaşlarımın hepsi sağ, hepsi ölümden muaftı. Hakkı sağdı.
Bir çocuk tanıdım. Yaşıtlarına göre hafiften gelişkin, ileride yakışıklı olacağı belirgin ise de onu dişlerinde telleri ile tanıdığımda kayığı ile geziyordu. Tekne komşumuzdu.
Yaşamıma giren ve sevdiğim pek çok arkadaşım gibi Hakkı da İstanbullu oldu sonra. Aile ismi olan Ulukartal'ın İzmir çukurunda ona getireceği sonsuz konforun keyfini sürmek yerine, kendi ismini baştan yarattı İstanbul'da. İyi bir çevre, iyi bir gelir sahibi oldu kendi emeğiyle. Bir kaç sene önce, Ankara Varan'da yıllar sonra tekrar kucaklaşmıştık. Çok formda ve eskisinden de yakışıklı görünüyordu. Bu, Hakkı'yı son görüşüm olmuştu...
Nitekim Pazar günü Facebook'ta ortak arkadaşlarımızın durum güncellemelerinde gördüğüm vefat haberi ile beynimden vurulmuştum. Spor yaparken aniden fenalaştığı ve kurtarılamadığı söyleniyordu. O anda bir şey oldu. Hani ağlamak isteyip de ağlayamazsınız ya, işte öyle bir şey! Beyin, gözyaşına akma emri verse de gözyaşı bezleri bir kanıt arıyor, inanamıyor, acele etmek istemiyordu.
Sosyal medya çok tuhaf bir şey! Siz ölseniz de sayfanız kalıyordu. Hatta bazı yakınlarınız o sayfayı özellikle açık tutuyordu. Böylelikle sanal bir ziyaretçi defteriniz oluyordu... Nitekim Hakkı'nın sayfası da nice güzel, duygu yüklü mesajla doluydu.
Yakınlarınızın ölümü birer istatistik değildir. Size de daha bir yakındır artık Azrail'in eli. İlk arkadaşınız öldüğünde, daha bir ciddiye alırsınız hayatı. Ya da belki tam tersi! Kimseyi sallamazsınız bundan böyle... Gerçek şu ki, dokunulmazlığınız milletvekili dokunulmazlığı kadar sabit görünürken önceden, artık hiç de öyle değildir. Hayat kaldığı yerden devam etse de genç ölümler, geride kalanların hayata bakışını sonsuza dek değiştirir. Hele hele kırklı yaşlarda, tam da bilgelik başlarken gelen ölümler daha da artırır farkındalığınızı...
Cenazede bir kez daha merhumun ne kadar sevilen biri olduğunu da gördük. Ailesinin gözyaşları herkesin dilinde 'Allah sıralı ölüm versin. Evlat acısı tattırmasın' nakaratına dönüştü bir kez daha... Ve cemaat, 'Hakkını yüksek sesle helal etti' Hakkı'mıza...
Fatiha'mın ardından Cemal Süreyya'da son bir armağan mırıldandım arkadaşıma yolluk olsun diye:
'Ölüyorum tanrım
Bu da oldu işte.
Her ölüm erken ölümdür
Biliyorum tanrım.
Ama, ayrıca, aldığın şu hayat
Fena değildir...
Üstü kalsın...'

İzmir ne zaman dünyanın aklında kalır?
Avrupa'da biraz gezdiğinizde, onları birer Avrupalı yapan aidiyet duygusunun temelini görüyorsunuz. Adamların gece gündüz demeden yaptıklarıkiliseler, katedraller birer şamar gibi çarpıyor yüzünüze... Hele hele doğuda dini sebeplerle yasaklanan heykellerin etkileyici havasına sahip olamamamız üzücüdür.
Bizde, doğu felsefesinde ölümsüzlük arzusunun belirgin örneklerinden olan taş kullanımına devlet yapıları ve saraylar haricinde yanaşılmadığı, halkın ölümlü malzemelere sahip ahşap yapılarda oturduğu görülür. Dolayısıyla bu yapılar, yangın ya da deprem gibi etkilere dayanamaz.
Yaşayan tarih, ancak ona sahip çıkılmasıyla, restorasyonla varlığını sürdürebilir. Bizde restorasyon konusu daha emekleme dönemindedir. Saraylarımız ve ihtişamlı camilerimiz haricinde yaşayan tarihe sahip değiliz. Bolca antik kentimiz var. Anadolu tarihi Göbeklitepe'lerle onbinleri geçti, ama bizim bunu turizm gelirine çevirebildiğimizi söylemek gerçekçi olmaz. Bizde yaşayan tarih demek, bir hellenistik dönem sütun başının köy kahvesinde sehpa niyetine kullanılması, halkla bütünleşmesi demektir, o kadar.
Pekiyi dünyada nasıl bu durum? Sözgelimi Roma demek, Collesium demektir. Berlin, Berlin duvarı ile anıtlaşır. Paris'i anımsatmanın Eyfel'den daha kestirme bir yolu var mıır? Sonradan kurulmuş modern şehirler, futuristik sembollere sahiptir. Yıkılan İkiz Kuleler, Golden Gate köprüsü, Avustralya'nın sembolü opera binası gibi... Benzer bir örneğini geçenlerde Eurovision'da gördük; Bakü'nün o muhteşem kuleleri gibi...
Gelelim bizim sembollerimize... Çoğu şehrin ülke çapında sembolleri bile yokken dünya çapında turizm şehirlerine dönüşmelerini beklemek ne kadar safçadır? Her destinasyon bir Kapadokya'ya da Pamukkale kadar şanslı mıdır?
Hadi İstanbul'u Boğaz köprüsüyle hepimiz anımsarız. Peki ya Ankara? Hitit Güneşi mi burayı tanıtacak, Atakule mi? Peh! Tarihimize sahip çıkmadığımız gibi modern mimari ve anıt yapı fakiriyiz de... Biz hala başkente sembol bulma derdindeyiz.. Yok efendim gülen kediymiş vesaire... İzmir? Saat kulesi! Tamam, güzel bir yapıdır da tüm dünyanın hatırlayacağı bir Tac Mahal midir? Avrupa'da pek çok şehirde görebileceğiniz Veba anıtları bile bizim saat kulesinden daha akılda kalıcıdır.
Demem o ki, turizm şehri olabilmek için semboller çok önemli... Bu bağlamda İZKA'nın şehrin görsel kimliği ile ilgili yaptığı çalışmayı çok önemsiyorum. Umarım iş nazar boncuğu simgesiyle kalmaz. Dostumuz Taci Tırnaklı'nın fikri olan denizden çıkan (Özgürlük anıtı gibi) ve bacakları arasından gemilerin geçtiği dev bir heykel, denizle yaşayan İzmir'i tüm dünyaya tanıtacak sembol yapı olacaktır. İşte o zaman, İzmir turizmine 'Nazar değmesin!' diyebiliriz. Hem de göğsümüzü gere gere...


Yasal Uyarı: Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Turkuvaz Medya Grubu’na aittir. Kaynak gösterilse veya habere aktif link verilse dahi köşe yazısı/haberin tamamı ya da bir bölümü kesinlikle kullanılamaz.
Ayrıntılar için lütfen tıklayın.