Geçen ay bir eğlence yerinde canlı müzik yapan genç bir grubu dinledim. Gitarist resmen keyiften kendinden geçmişti. Gitarını çalarken başını sağa sola sallıyor, bazen yukarı kaldırıyor, kapalı gözleri ve sergilediği dişleriyle resmen keyiflerin en büyüğünü yaşıyordu. O sadece 'o an'daydı. Geçmiş yoktu, gelecek yoktu. (Bir iki kişi dışında seyircisi bile yoktu.) Sadece kendi, grubu ve müziği vardı. Bir an irkildim. Evet, neden olmasındı? Orası bir eğlence yeri olabilirdi ama o genç müzisyen, o muhteşem kendinden geçme anında sanki Yaradanı ile buluşuyordu.
Allah'ın bize üflediği ruh ve sadece O'nun esmasından (isimlerinden) ibaret isek, aksi düşünülebilir miydi? Ne için yaradılmış isek, o idik. Nasıl ki her canlı kendi dili ve davranışları ile O'nu tesbih ediyorduysa, biz de ancak 'yaradılış amacımıza' sırtımızı dönmeden, ihanet etmeden, o eylemleri gerçekleştirerek bir nevi 'ibadet' etmiyor muyduk? O eylemlerin içinde egomuzu yitirerek, varlığımızı unutarak, 'hiç' olma çemberine girerek aslında yaradanımızla buluşmuyor muyduk?
Ben yazı yazarken, topluluklar önünde konuşurken, insanları eğitirken kendimden geçiyor, 'varlığımı unutuyor', çocuksu bir keyif ve heyecanla yaradılış amacıma hizmet ediyordum.
Kimi şarkı söylüyor, kimi tuval ve boya ile buluşuyor, kimi bahçede bitkileri ile konuşuyor, kimi evcil hayvanıyla oynuyordu. Kimi aşkını dizelere döküyor, kimi en usta aşçılara taş çıkarıyor, kimi sporda rüzgarı, kimi sanatta ışığı alnında hissediyor, kimi lider oluyor öne geçiyor, kimi hizmetkar oluyor, yaraları sarmıyor muydu?
İnsan ne zaman en iyi yaptığı işi yapar, o zaman şifa bulur. O zaman kaygısı kalmaz. O zaman ortada 'ben' kalır mı? O zaman konuşan, o zaman yazan, o zaman söyleyen, o zaman çizen tek gerçekten başka kimdir?
İbadet bile aslında bize 'kendimizi' unutturup, 'o an'ı yaşatmaz mı?
Kafasında 'ondan başka' herhangi bir şeyle namaz kılan O'na yaklaşabilir, buluşabilir mi?
İçinde huşu olmayan namaz cimnastiktir.
İçinde görgü olmayan oruç diyettir.
İçinde edep olmayan zekat bahşiştir.
İçinde mantık olmayan bir ibadet, sadece taklittir. Kafası karışıktır, bin saçma soruya gebedir.
İçinde samimiyet olmayan her ibadet ise gösteriştir, şovdur.
Lütfen yaptığımız ibadetin manasını, amacını düşünelim.
İçinde insana sevgi saygı olmayan din putperestliktir.
İçinde Allah sevgisi olmayan bir dinde ise sadece 'Allah korkusu' olur. O da hiç yoktan iyidir ama yetmez. Korktuğunuz 'zatı' işler yolunda giderken unutuverir, anmaz olursunuz. Oysa sevdiğinizi her daim kalbinizin üstünde taşırsınız. Yaradandan korkmayın, sevin. Seven kişi zaten sadık olur, korkmak gerektirecek bir şey yapmaz. Öyle değil mi ama?
Bizim korkularımız olmasaydı, Ramazan'da onlarca din alimi garip sorularımızla boğuşuyor olmazdı. Yaradanla aramızdaki gerçek 'aşk'ın arasında kimseyi ister miydik sanıyorsunuz? Haydi şimdi Allah kabul etsin!
UFO gören masum Bodrumlu
Bu hafta basın, 'Ufo gören masum Bodrumlu (!)' haberleriyle çalkalandı. Bodrum'da yaşayan genç bir kadının objektifine yansıyan Ufo görüntüleri çok konuşuldu. Bana göre, 'Mesele Ufo'nun görülmesi değil yeğeeeen'di. Mesele Ufo'nun nerede ve kim tarafından görüldüğüydü. Aslına bakarsanız Oya Öztürk de Ufo'yu resmen görmüş değildi. Önce Erdek'te, daha sonra da Bodrum'da seri halde çektiği fotoğraflardaki tanımlanamayan cisimden huylanmış ve görüntüleri incelenmek üzere SİRİUS'a göndererek Haktan Akdoğan ve ekibine inceletmişti. Böylece yapılan incelemelerde bu görüntülerin montaj olmadığı, başka bir hava aracı, meteoroloji balonu, bir gök olayı falan değil halis muhlis öz be öz Ufo olduğu söylenmişti. (Hatta telefonda 'Ufo'yu görüp sonra da çektiniz mi?' diye sormuşlar ki bu tuzak soruymuş. Oya da 'yok çıplak gözle görmedim. Banyosu yapılan fotoğraflarda karşılaştım' demiş. Valla Ufo'ların olduğuna ihtimal veriyorum. Haktan Akdoğan'ı tanımıyorum. Bununla beraber geçtiğimiz yıllarda Ege Tv'de birlikte çalıştığımız Oya bana 'Ufo gördüm' değil, 'Turkuvaz renkli fil gördüm' dese oturup bir düşünürüm yine de... 'Bu Ufo'ların Amerika'dan sonra Türkiye'ye de gelmesi ülkemizin 'yükselen değer ve bölgede önemli bir aktör' olduğunu işaret ediyor' diyerek siyasal bir yorum da yapabilirim ama daha çok sitem edesim var. 'Kardeşim Çeşme artık Bodrum'dan daha popüler. Ufo'ları Alaçatı'ya bekleriz' diyesim var. Bak valla bir daha bizden kuzeyde ya da güneyde Ufo görülürse hakkımı helal etmem haberleri olsun!
Kitaplar ve bebekler
İlk kitabımı elime aldığımda, evlat sahibi olmaya en yakın duygulardan biri olduğunu düşünmüştüm. Ne gariptir ki kitapların da kaderi bebekler gibi aslında...
Ana, çocuğu dünyaya getirendir ama baba da çok önemlidir.
Her yazar, kitabının anası. O dünyaya getiriyor, doyurmaya, güçlü kılmaya çalışıyor ama kimi zaman onu korumaya gücü yetmiyor. Yayınevi, kitabın babası. Nasıl ki babasız büyüyen çocuklar diğerlerine göre daha fazla zorluk çekiyorlarsa, kitabın da kaderi böyle oluyor. Yayınevinin, yani babanın daha en başından inanmadığı, sahiplenmediği, doğumda öksüz bıraktığı kitap da pazardaki acımasız koşullarda ilk üç ay sınavını veremezse, korunup kollanmazsa, tanıtılmaz, varlığı dünyaya haykırılmazsa ne yazık ki ölüp gidiyor. İlk aylarını atlatan çocuğa anası, yani yazarı yeter de artar bile...