'Felsefe her şeyi olduğu gibi bırakır' demiş Witgenstein. Ben de öyle yapıyorum. İlişmiyorum. Hızlı akan bir nehrin kıyısında oturuyorum. Seyrediyorum.
Bir kütük, ötede bir yerde sürüklenerek takılmış, ileri geri salınıp duruyor. Kararsız. Gideyim mi gitmeyeyim mi? Neden böyle yapıyor?
Bir alabalık, nehrin tersine bir istikamette var gücüyle yüzüyor. Şelaleye uzanan yolun yolcuları, hızlı ve boşvermiş gidişleri esnasında şaşkınlık ve küçümseme dolu anlık bir bakış fırlatıyorlar alabalığa... Neden böyle yapıyor aptal alabalık?
Alabalığı yadırgayan ve nehrin akış yönüne giden kalabalık, kolayına kaçıyor. Neden yüzmek yerine sürükleniyor?
Yine nehrin akış yönünde botlara binmiş bir grup insan, ellerinde kürekleri, çığlık çığlığa ve keyifle gidiyor. Neden paralarıyla yoruluyorlar?
Nehrin kenarına eğilmiş su içen bir ceylan, rüzgara aksi istikamette, kana kana su içiyor. Ama niye tedirgin ve sürekli havayı kokluyor?
Bir kayanın üzerine çıkmış boz ayı, hızla akan suyu gözlüyor. Neden böylesine yoğunlaşmış?
Çünkü...
Alabalık, nehrin ters yönünde çiftleşip sonra da hayatının son bulacağı noktaya gidiyor. Bütün çabası ölmek için... Çünkü misyonu üremek. Bir kere yumurtladığında görevi sona ermiş olacak. Aptal alabalık, bir dava adamı! Türünü sürdürebilmek, gelecek nesillere kaynak sağlayabilmek için çabalıyor. Yaşam için, ölümü bile bile kucaklayan bir devrimci, bir aktivist o.
Kalabalık akıllı bir grup. Onlar, hayatta kalanlar. Kolayına kaçıp, yaşamın içinde ama güven bölgesinde yaşayan sıradan insanlar sürüsü. Hayatın süsü, dekoru. Kahramanlar yalnız kalmasın, kendileri uğruna ölsün diye yaşıyorlar. Bütün kahramanlar bir kalabalık için can vermez mi? Bazen hak etmeseler bile... Dolayısıyla kalabalık ve alabalık bir bütün. Biri, diğerinin varlık gerekçesi.
Ceylan, olası bir avcının kokusunu alabilmek için havayı kokluyor. O, bir muhafazakar, korumacı, statükocu. Kaosa karşı değişmez düzenin sembolü.
Boz ayı, avlayabileceği alabalığın sudan sıçrayacağı anı hesaplayan ama az külfetle çok ülfete kavuşmak isteyen köşe dönücü. Bu kurnaz ama tembel avcıların sayısı fazla değil ama her dönemde var olan ve alabalığın peşinden prim yapmayı sağlayan kişi o. Alabalık, kalabalık için ölecek. Kalabalığa güzel fikirler kalacak, asıl parsayı ayı toplayacak. Ayı, aynı zamanda politikayı da simgeliyor. Alabalık yaşarsa, mevcut ayı ölecek. Alabalık yakalanırsa, ayı kahraman olacak.
Kütük, doğru istikameti biliyor ama vicdanı çok ağır olduğu için yerinden kıpırdayamıyor. O bir pasifist. Dille kınıyor, iş eyleme gelince biraz ıkınıyor.
Rafting yapan insan sürüsü, her türlü hazzın peşinden koşan, doğayı bile yönlendiren, yönlendiremediğinde bundan dahi kar sağlayan tuzu kurular, hazcılar. Onlar, çok uluslu şirketler.
Nehrin kıyısında oturan ben, hiç müdahale etmeden. Ayıyı kovalamadan. Ceylanı avlamadan. Alabalığı pişirmeden. Rafting serüvenini yaşamadan. Kalabalığa katılmadan. Kütüğü sallayıp serbest bırakmadan. Öyle atıl, çaresiz, düşünceli duran ben. Alabalık kadar yüreğim, kalabalık kadar egom, kütük kadar rahatım, ceylan kadar düzenim, ayı gibi bileğim yok.
Belli bir gelirim, iyi bir gen havuzum, işlek bir zihnim var. Sermayem bu! Raftingciler gibi lüks yaşayamam. Alabalık gibi sonunu düşünmeden kahramanlık yapamam. Kalabalık gibi umursamaz olamam. Ceylan kadar emin değilim en iyi düzenin mevcut düzen olduğundan. Kütük gibi yan gelip yatamam. Ayı gibi çökemem, yeri gelince kamuoyuna bel kıvıramam. Her şeyim var gibi en üst düzeyde ama işleyişi değiştirecek güç bende yok. Ne mi var?
Bol bol varoluşsal sorunum var.
Sorunlarım ve sorularım kendimle bitmiyor. Evrene yayılıyor, evreni kaplıyor. Tüm cevaplara sahip değilim ama bütün sorular benim. Ben, gözlemleyip soran adamım. Ben, balığın kılçığını ayıklamaktan, balığın etini bilmeyen adamım. Ben, üzüm yemekten yorulan, bağcıyı dövmekten üşenmeyen adamım. Ben, en tehlikeli türüm. Yaşam nehrinin birleşmiş milletler gözlemcisiyim. Bu ormanın kafası en karışık, yolu bilene de kaybettiren izcisiyim. Erkeğim ben. Kadının benim sorularımla fazla işi olmaz. Çünkü ben sebepleri kovalarken, kadın sonuçları kontrol edendir. İktidar sorunu olan her erkek gibi, felsefe benim mutluluk çubuğum. Hepsi ne yaptığını biliyor, neden yaptığını bilmiyor. Ben, sebep olan değil, sebepleri söyleyenim. Ben, tüm doğru bildiklerinizin anasını belleyenim. Ben felsefeciyim.
SABIRLI
Bizdeki 'hasta' sözcüğünü yaşam koçları ve psikiyatrlar kullanmıyorlar. Onun yerine daha hoş bir sözcük seçiliyor: Danışan. Bununla birlikte tıpta hala hasta sözcüğüdür kullanılan. Peki, bizdeki hasta sözcüğünü İngilizce' de bir durum olarak nitelediğimizde karşılığı ne? 'Sick' sözcüğü. Bizdeki gibi yani. Ancak hastaneler, hastalarına 'sick' demiyor. Onun yerine 'Patient' sözcüğünü kullanıyor. Bu sözcük, dilimizde şu anlama geliyor: Sabırlı.
Ne hoş, değil mi? Hem hastaya 'hasta' denmiyor hem de sabırlı olmaları en baştan telkin edilmiş oluyor. Bizde sabırlı denmese de deneyimsiz hemşirelerimizin patlattığı damarlar ve sorulara cevap vermeye tenezzül etmeyen bazı hekimlerimize karşı yine de bir İngiliz hasta 'ya (!) göre çok daha sabırlı olduğu ise bilinen bir gerçek.