• BUGÜNKÜ YENİ ASIR
  • Namaz Vakitleri
  • VavTv Canlı Yayın
Bir küçük susam tanesi HAKAN URGANCI

Bir küçük susam tanesi

hakan.urganci@yeniasir.com.tr Tüm yazıları
Giriş Tarihi: 09 Ocak 2016, 17:45

Küçücük bir şey hatırlatmak istiyorum. Ayakkabına kaçan minicik miniminnacık taş seni nasıl rahatsız eder? Hadi onu geçtim, ya film izlerken dişinin arasına kaçan patlamış mısırın zarı?

Hayal etmek zor olmasa gerek. Çok pistir, değil mi? Dilin sürekli oraya gider durur. En basiti, geçen gün simit yedim. İşyerindeyim diş fırçam yanımda yok. Dişimin tam köküne de bir tek susam yapıştı. Bir şey söylüyorlar, anlamıyorum. Aklım orada çünkü... Bir kürdan bulana kadar yarım saat geçti, çıldırdım resmen. Susam diyorum, sadece tek bir susam tanesi. Etkisine, gücüne bak. Bir de insan denen varlığın hassasiyet duygusuna bak!

Al Jazeera Tv'nin kar yağışı altında sokakta bulduğu ve röportaj yaptığı 59 yaşındaki kağıt toplayıcısı Kadir Karamanlı'yı izledim geçen gün. Muhabirin gerzek sorularına (doğum gününüzden beklentiniz ne/ yeni yıldan ne bekliyorsunuz) sabır ve hoşgörü ile aynı yanıtı veriyor. 'Kağıt kutusunun dolmasını ve ekmek yiyebilmeyi.' Başka ne beklentisi olacak? Her sene aynı. O gün doğum günü ve yoğun kar yağışı altında üzerindeki tek kıyafeti ve ıslak ayakkabılarıyla 'o günü kurtarabilmeyi' uman pek çok zavallı vatandaştan biri o…

Bazılarından tek farkı, parası ve keyfi olanların yeni yıla eğlenerek girmesini gönülden diliyor. İletişim uzmanıyım, yalanı biraz anlarım. Kadir Dayı, samimiyetle insanlar için iyi şeyler diliyor. Şehit vermeyelim, diyor. İnsanlar sıkıntı çekmesin diyor. Sözlerinde ve gözlerinde varlıklı olanlara karşı en ufak bir haset yok. Siz bakmayın muhabirin geri zekalı soruları dediğime, ona da helal olsun. O sayede benim gibi bundan etkilenen ve gözü yaşaran bir grup gencimiz Kadir'i buluyor ve ona bir kafede doğum günü yapıyor. Adam pastasıyla, hediyesiyle hayatında ilk kez bir doğum günü kutluyor ve mutluluktan ağlıyor.

Ey ufak şeyleri kendine dert edinenler! Sevgilim diye ağlayanlar, şanssızım diyenler, sınavı kazanamadım diyenler, terfi alamadım diye dövünenler ... Hastanelerde şifa bekleyen nice Ayşeler, yolda kar altında en uzun yürüyüşünü yapan nice Kadirler var. Sağlığın yerindeyse (en azından çaresiz bir derdin yoksa), ailen yanı başındaysa, sıcak bir dam altındaysan ve ocakta hep kaynayan bir tencere çorban varsa, gülümse be! Demek ki yarından umudun var.

Biraz da kendi küçük dünyandan çıkıp nice 'gerçek şanssızı' gör! Ki ben artık kimin şanslı olup kimin olmadığından da emin değilim. Şanssız olan herşeye rağmen hamd eden, insanlara iyi dileklerde bulunan Kadir mi, yoksa tüm imkanlarına rağmen hayata küsen biri mi? Her şey bir bakış, bir algılayış işi değil mi? Herkes kendi cehennemini yanında taşımıyor mu? Sadece o cehennemin alevlerle mi yoksa buzla mı kaplı olacağını seçen biz değil miyiz? Sen yine de bir dışarıya bak. Nice Kadirler sokakta yaşam savaşı veriyor. Farkındalık değil mi bizi insan kılan? Herkeste yüce Allah'ın Kadir ismi var bir miktar. Sokaktaki Kadirler, en azından dişindeki susam tanesi kadar rahatsız etmiyorsa seni, yaşamışsın, yaşamamışsın, neye yarar?

İkiz Kulelere yakından bak!

Dahi yönetmenlerden Robert Zemeckis'in son filmi 'The Walk', Fransız asıllı ip cambazı Philippe Petit'in yaşamından bir kesiti konu alıyor. Philippe, ömrünü ipte yürümeye adıyor. Aylarca çalışıp bu işi mükemmelleştiriyor. En büyük hedefi ise 1974'de ABD'de henüz yapımı tamamlanmak üzere olan dünyanın (o güne kadar ki) en yüksek yapısı olan İkiz Kuleler arasına çelik halat germek ve orada yürümek. Bu çılgınca planın tek tehlikesi yüzlerce metre yükseklikten çakılmak değil. Aynı zamanda illegal olarak oraya bir halat çekmek de son derece zor. Aylar süren bir planlama ile Petite, eylemini uygulamaya koyuyor. İki kule arasında defalarca gidip gelen, arada ipe oturan, hatta yatan cambaz, film boyunca yüreğinizi ağzınıza getiriyor. Filmin gerçek bir hikaye olması ve cambazın hayatta oluşu da sizin heyecanınızı yatıştırmıyor. Cambaz sadece halatı değil, sinirlerinizi de tel gibi geriyor. Açıkçası pek çok kere adama küfrettiğimi, 'aptal' dediğimi, 'beter ol' dediğimi itiraf ederim. Buna rağmen onun tutkusuna nasıl sarıldığını ve nasıl başarılı olduğunu görmek yetiyor. Film sadece bir heyecan fırtınası değil, sadece başarılı olmak adına dersler çıkaracağımız bir yapım da değil. Zemeckis, bu arada dahice bir iş yapıyor.

O tarihte henüz insanların çelik, ruhsuz yapılar olarak tanıdığı ikiz kuleler, mücadelenin, insan azminin bir simgesi haline geliyor. Böylelikle 11 Eylül'ün tersi bir istikametten İkiz Kuleler'e bir aşk mektubu yazıyor yönetmen.

Düşünün ki bu hareketiyle iki çelik yığınını bir sembol haline getiren de insan, onları uçaklarla (ya da füzelerle, sonuç değişmez) yıkan da insan. İki yapı, 1970'lerde insan azminin, 2000'lerde de insan ruhunun çirkinliğinin bir simgesi haline geliyor. Şeylerin ruhu yok, şeylere ruh katan, anlam katan biziz. Arap da olsa, Amerikalı da, Türk de...

Ne yaparsanız aşkla, iyi niyetle yapın. İnsan ruhu her zaman yükseklerde olmak için yaratıldı.

Yasal Uyarı: Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Turkuvaz Medya Grubu’na aittir. Kaynak gösterilse veya habere aktif link verilse dahi köşe yazısı/haberin tamamı ya da bir bölümü kesinlikle kullanılamaz.
Ayrıntılar için lütfen tıklayın.