• BUGÜNKÜ YENİ ASIR
  • Namaz Vakitleri
  • VavTv Canlı Yayın
Kıpırdama çekiyorum HAKAN URGANCI

Kıpırdama çekiyorum

hakan.urganci@yeniasir.com.tr Tüm yazıları
Giriş Tarihi: 12 Aralık 2015, 17:31
Bir sosyal deney yapılıyor. Beş fotoğraf sanatçısına gidilip bir adam hakkında bilgi veriliyor. Her fotoğrafçıya, aynı adam hakkında farklı (ve gerçek olmayan) bilgiler aktarılıyor. Bu adam eski bir mahkum, bir medyum, sıfırdan zirveye çıkmış bir işadamı, eski bir alkolik, bir kahraman olarak tanıtılıyor. Fotoğrafçılara, çekecekleri fotoğrafta, adamın bu gizli yönünü göstermesi isteniyor. Adam bu fotoğrafçılara gidiyor, onlarla bizzat tanışıyor ve çekim gerçekleştiriliyor. Fotoğrafçılar, adamın kendisine değil de kendisiyle ilgili olarak verilen bilgiye yönelik çalışıyor. Elbette sonuçta aynı adama ait beş değişik fotoğraf çekiliyor. Adam bu fotoğraflarda beş ayrı kişi gibi görünüyor. Fotoğraf sanatçısına adama ait verilen imaj, sonucu tamamen değiştiriyor. Bir fotoğrafta mutsuz, depresif bir adam var. Aynı kişi, diğer fotoğrafta, ışıl ışıl gözleriyle gizemli bir şekilde gülümsüyor. Bir diğerinde donuk, sanki gaipten haberler alıyor gibi...


Düşünün ki fotoğrafçı nasıl ki adam hakkındaki bir 'kanaati' gerçekmiş gibi yansıtıyorsa, biz de bunu yapmıyor muyuz? İnsanlarla ilişkimizi, onlar hakkında önceden oluşmuş kanaatlere, söylenen sözlere, bir takım önyargılara göre düzenlemiyor muyuz? Birisi hakkında bize onun 'ezik biri' olduğu söylense ve ona ilk andan itibaren ilgisiz ve dışlayıcı bir şekilde davransak, sonunda tam da bu kişiyi elde etmez miyiz? Ya da aynı kişinin iyi yönlerine odaklansak, yetenekli olduğu bir alanda onu cömertçe övsek, ya da kendisine bir dahiymiş gibi davransak, karşınızdaki kişi, bir an sonra ışıl ışıl gözlerle bize bakıp bir anda o dehaya ya da kahraman dönüşmeyecek mi? Onu söz ve davranışlarımızla bir fotoğraf sanatçısı gibi baştan yaratmayacak mıyız? Bir çocuğa doğduğu andan itibaren ne kadar özel ve biricik olduğunu tekrarlasak, sizce nasıl biri elde ederiz?

Geçen gün, işyerindeki büroya girdim. Oradaki memure hanım, bıkmış bir ifadeyle omuzunun üzerinden bana dönüp gözlerini devirdi:

- Ne var yine? Sizin ne derdiniz var?

Sakince gülümsedim:

- Benim bir derdim yok ama anlaşılan sizin hayli derdiniz var...

Şaşırdı, tavrını yumuşattı. Özür diler bir tonla devam etti:

- Şey buraya sadece derdi olanlar geliyor da o bakımdan...

- Haklısınız. Doğru bir tespit bu. Neden, bilmek ister misiniz?

Merakla gözlerimin içine baktı.


- Eğer her gelene böyle 'Yine ne var, derdiniz ne?' diye seslenirseniz elbette insanlar buraya sadece bir dertleri olduğunda, mecburen girerler. Ama 'Hoşgeldiniz Hakan Bey. Size bir çay söyleyeyim mi?' deseniz, sizi görmeye, ziyarete gelirler.

Bir şey diyemedi. Ertesi gün uğradığımda güler yüzlü ve nazikti. Hemen ne içeceğimi sordu.

Abraham Lincoln demiş ki: 'Düşmanımı dostum haline getirerek imha ederim.'

İnsanlara bazen kendi davranışlarının farkında olmuyorlar. Onlara kibarca bir ayna tutun. Ya da şöyle diyelim: Size ne verilmesini istiyorsanız ondan ikram edin. Unutmayın, objektif sizin elinizde... Öyle bir fotoğraf çekin ki, insanlar istediğiniz kahramana dönüşsünler.

Cü- ci- cı

Hayat boyu 'cı' 'ci' eklerini benimseyemedim. Hep uzak durdum. Bu eklerle üretilen kavramlar yapay ve fanatik geldi bana. Bunlar iyimser ihtimalle sizi sınırlayıp çerçeveler. En kötü ihtimalle ise kendinizi bir şeyin ticareti içinde buluverirsiniz.

Misal...

Sanatın hayatı güzelleştiren yegane şey olduğunu düşünsem de sanatçı kavramına biraz uyuzum ... Sanki bol bulmuş da dağıtmış gibidirler. Önüne gelen sanatçıdır, gerçek sanatçılar beş parasız ölür, yüreklere gömülür.

Türküm ama Türkçü değilim. Türkçülüğün beni savunmacı ve önyargılı, en azından kibirli yapacağından korkarım.

Kürtlerle hiçbir derdim olmadı bugüne dek. Hatta çok sevdiğim arkadaşlarım da oldu. Bununla beraber, Kürtçülüğe de Türkçülük gibi alerjiktir bünyem. İkisinden biri olursam, insanlığımın azalacağından korkarım, yanılırım belki, kim bilir?

Dindar bir aileden geliyorum. Ailemde bolca hacı vardır. Yine de dincilikten hem midem kalkar, hem de korkarım.

Mustafa Kemal'e hayranım. Bununla birlikte Atatürk'çü değilim. Sanki Atatürkçü olursam onu dogmatik hale getirir, tam anlayamam diye düşünürüm. Hepsinden öte, onun isminden nemalanıyor olmanın düşüncesi bile fazla gelir bana...

Ci-cü-cı olmaktan kaçamadığım tek bir alan var, o da çaresiz: Soyadım Urgancı. Eh, o da dede mesleği, rahmetli ondan geçindirmiş ailesini, ne yaparsın?

Yasal Uyarı: Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Turkuvaz Medya Grubu’na aittir. Kaynak gösterilse veya habere aktif link verilse dahi köşe yazısı/haberin tamamı ya da bir bölümü kesinlikle kullanılamaz.
Ayrıntılar için lütfen tıklayın.