Sevmenin bir biçimi vardır ki, ne insanın ağzından dökülen kelimelere, ne zihninin sınırlarına, ne de benliğinin kalıplarına sığar. Yalnızca Yaratan'ın kudretinden doğan, O'nun her bir zerredeki yansımasına hürmet eden, özünden kopup sonsuz bir denize akan bir sevgidir bu. Yaratılanı, yaratandan ötürü sevmek; kalbin kendini aşması, sınırlarını yok etmesi, sevdikçe genişlemesi, kabı olmaksızın taşmasıdır. İçinde ne "ben" kalır ne "sen"; yalnızca O'nun hatırası, O'nun kokusu, O'nun izleri vardır. Yaratan'dan ötürü sevmek, varlığı bütün eksikleri ve fazlalıklarıyla kabul etmeyi, insanı sevdiği kadar kendine karşı dürüst olmayı, her şeyin özündeki hikmeti görebilmeyi gerektirir.
İnsan, bu dünyada çoğu zaman kendi nefsinin hevesleriyle sınanır. Kendine yakın bulduklarını sever, kendine benzeyeni dost edinir, hoşuna gideni över. Beklentiler kurar; bir karşılık, bir sadakat, bir bağlılık arar. Ancak Yaratan'dan ötürü sevmek bambaşkadır. Onda karşılık beklemek yoktur, zira sevginin özü Yaratan'a yöneliktir, yaratılana değil. Sevdiğimiz kişide yalnızca Yaratan'ın bir yansımasını görür, onda kendi içimizin sırlarını keşfederiz. İşte bu, insanın sıradan sevmelerden sıyrılıp, evrenin derinliklerine açıldığı bir kapıdır; ona bakan, Yaratan'ın en gizli hazinelerine göz kırpar. İnsan, Yaratan'dan ötürü sevmeyi öğrendiğinde hayatın çok ötesine uzanan bir yola çıkmış olur. Bu yol, engebelerle doludur; zira sevilen insan kusurludur, hataları vardır, eksiklikleri vardır. Fakat bu yolda kalabilenler için bu kusurlar, insanın gerçek yüzü değil, Yaratan'ın onun içine koyduğu ince dokunuşlardır. Bu gözle bakan bir kalp, her insanın içindeki güzellikleri bulur, her ruhun içine serpilmiş hikmet tohumlarını görür. Yaratan'dan ötürü sevmek, sadece insanların en iyi yanlarını değil, onların en zayıf, en eksik, en kırılgan yanlarını da kucaklayabilmeyi gerektirir.
Böyle bir sevgide, yargılamak ya da eleştirmek yoktur; yalnızca anlayış vardır, merhamet vardır.
AYNI ZAMANDA BIR SABIR
Böylesi bir sevgiyi kavrayabilmek, ruhsal bir derinlik ister. Bu derinlik, günlük hayatın telaşında, benliğin sürekli tatmin arayışında kolay kolay bulunmaz. Yaratan'dan ötürü sevebilmek, insanın iç dünyasında kendi karanlıklarıyla yüzleşmesini, nefsinin ötesine geçmesini, gururunu ve kibirini bir yana bırakmasını gerektirir. Çünkü böylesi bir sevgi, insanın en saf halini ortaya çıkarır. O saf hal, Yaratan'dan bağımsız değil, tam tersine O'nun varlığının ışığıyla aydınlanmıştır. Bu sevgiyle bakan gözler, her insanda O'nun nefesini, her yaratılanın özünde O'nun kudretini görür. Böylece, insan; dostuna, komşusuna, yabancıya, tanıdığı veya tanımadığı her bir cana bir Yaratan emaneti olarak değer vermeye başlar. Gelin bir düşünelim; bir çiçeği sırf güzelliği için değil, Yaratan'ın o çiçeğe verdiği hayat nefesi için sevmek ne demektir? Ya da bir çocuğun saf bakışlarında yalnızca masumiyet değil, Yaratan'ın masumiyeti var etme kudretini görmek? İşte bu, yaratılan her şeyde Yaratan'ın bir izi olduğunu bilmektir. O iz, her varlıkta farklı şekillerde kendini gösterir. Kiminde bir sabır, kiminde bir şefkat, kiminde bir sevgi olarak belirir. Bu bakış açısına sahip bir insan için, evrende hiçbir şey anlamsız ya da tesadüfi değildir. Her şey bir manaya sahiptir, her varlık bir amaca hizmet eder.
Yaratan'dan ötürü sevmek aynı zamanda bir sabırdır. Sabır, hayatın türlü zorluklarına karşı direnmeyi değil, insanın içindeki iyiliği korumayı gerektirir. Karşısındaki kişiye sabırla yaklaşan bir insan, Yaratan'dan ötürü sevmenin zorluğunu da anlamış olur. Bu sevgi, insanı her an sınar; öfkeyi merhamete, kırgınlığı hoşgörüye, nefreti bağışlamaya dönüştürmeyi öğretir. Yaratan'dan ötürü sevmenin belki de en derin yanı, kişinin bu sevgiyi kendisine de göstermesidir. Zira Yaratan'dan ötürü sevmeyi öğrenen bir insan, kendine de o gözle bakar. Kendi eksikliklerini, hatalarını, kusurlarını da Yaratan'ın bir lütfu olarak kabul eder; kendi ruhunu da Yaratan'ın bir emaneti olarak görür. Böyle bir sevgi, kişiyi yalnızca diğer insanlara değil, kendine karşı da hoşgörülü yapar. Yaratan'dan ötürü sevmek, sevgiye bakışı tümüyle değiştirir. Seven kişi, artık yalnızca bir insana değil, o insanın yaratılmışlığına, O'ndan bir parça taşıdığına duyduğu sevgiyle bağlanır. Bu sevgi, dünyevi bağların ötesindedir; sevdiğiniz kişi size karşılık vermese bile, size uzak olsa bile, sevgi tükenmez. Çünkü sevilen, Yaratan'ın bir eseridir ve o eser sevilmeye her daim layıktır. Yaratılanı yaratandan ötürü sevmek, kalpte bir tür huzur yaratır; sevdikçe ağırlaşan değil, hafifleyen bir huzur. Bu huzurda insan, sevdiği her varlıkla Yaratan'a yaklaşır; her bakış, her dokunuş, her tebessüm, Yaratan'ın varlığında buluşur.
İşte, Yaratan'dan ötürü sevmek böyle bir mucizedir. Bu mucizeye ulaşmak, kalbi genişletir, ruhu arındırır, zihni özgürleştirir. Yaratan'dan ötürü seven bir yürek, zamana ve mekâna sığmaz; o sevgi geçmişten geleceğe, bu dünyadan öteye taşar. Çünkü Yaratan'dan ötürü sevmek, ölümle bitmez; bu sevgi, sonsuz bir sevginin yankısıdır. Her varlıkta Yaratan'ın bir parçasını görüp sevebilen insan, yaşamın özünü anlamış, var oluşun hikmetine ermiş olur. Ve o sevgi, kişinin kalbine bir ayna tutar; o aynada, Yaratan'ın suretini, O'nun merhametini, kudretini görür. Yaratan'dan ötürü sevmek, her bakışta, her dokunuşta, her kalp atışında, O'na olan şükrü yeniler.