ABD küresel ekonominin ve piyasaların lokomotifi olduğu için kendisi dışındaki ülkelerin ekonomilerine ve piyasalarına da yön veriyor. İlgisi olsun ya da olmasın büyük çoğunluk FED'in aldığı aksiyonları ve beklentilerini yakından takip ediyor, ona göre yatırım pozisyonları belirleniyor.
Çok basit denklem üzerinden gidiyor her şey. Aslında öyle değil. Bu bakış açısı nasıl yerleşti zihinlere bilmiyorum ama spekülatörlerin çok hoşuna gidiyor. Kısa sürede inanılmaz karlar elde edebiliyorlar.
Üstelik olmayan paralar ve olmayan menkul kıymet ve altınlarla... Hatta emtialarla... Kaldıraçlı işlemlerle 10 kata kadar alım ve satım yapabildikleri için karları da o ölçüde artabiliyor. Yani spekülatörler, FED başkanlarının ve Federal Açık Piyasa Komitesi üyelerinin bilerek ya da bilmeyerek yarattıkları belirsizliklerden fazlasıyla yararlanabiliyorlar.
Birbirine bağlı üç temel sorunun yanıtı üzerinden tahminler resmen kurlara ve piyasalara yön veriyor. Tahvil alımı azalacak mı? Faiz artacak mı? Bilanço normalleşmesine gidecek mi? Başkanlar ve Komite üyelerinin bu üç soru ile ilgili kafa karıştıran beklenti yanıt karışımı açıklamaları yeterli oluyor spekülatörlerin "kitle psikolojisi" yaratmalarına.
TAHVİL ALIMI AZALABİLİR Mİ?
Şu sıralar tahvil alım miktarını azaltması bahisleri oynanıyor. 120 milyar dolar büyüklüğünde her ay FED tahvil ve şirketlerin ihraç ettiği ipoteğe dayalı menkul kıymet alıyor. 2008 küresel krizine girerken FED'in bilançosundaki varlık büyüklüğü 890 milyar dolar civarında idi.
Kısa süre içinde bunu 2,2 trilyon dolara çıkardıktan sonra kademeli tahvil alımına başladı ve 2015 yılında sahip olduğu varlıkları 4,4 trilyon dolara kadar yükseltti.
Bu arada büyüme hızı yüzde -0,14'den yüzde 2,16'lara çıktı. Enflasyon ilginç tepki verdi bu süreçte. Hızlı alımın etkisiyle yüzde 2,85'den yüzde 3,84'e çıktı.
Ama sonrasında FED'in genişleyici para politikasına rağmen enflasyon hedeflediği kadar yükselmedi ve 2019'da en fazla yüzde 2,16'ya kadar çıktı. Durum böyle olunca FED bilanço normalleşmesine bir türlü geçemedi ve itfa olan tahviller kadar yenilerini alarak likiditeyi mümkün olduğunca korudu.
Gelelim Federal fonlama oranı, 10 yıllık devlet tahvili faiz oranı ve dolar endeksi ilişkisine...
PİYASALARI DEJENERE EDİYOR
Güçlü ve tutarlı daha doğrusu anlamlı bir ilişkinin varlığından tam olarak bahsedeceğimiz veriler karşımıza çıkmıyor. Birkaç örnek vereyim. 1995 yılında fonlama oranı yüzde 6 iken Dolar Endeksi 83,74 düzeyinde ve 10 yıllık tahvil faizi ise yüzde 7,01'deymiş. FED 2004'de faizi yüzde 1'e kadar indirdiğinde endeks 115'6 ile zirve yapmış bu arada 10 yıllıklar yüzde 4,66'larda seyretmiş.
FED fonlama oranını bir kez daha yüzde 5,25'e kadar çıkarmış, 10 yıllık tahvil faizleri yüzde 4,60'larda kalırken Dolar Endeksi 83.79'a kadar inmiş. 2008 krizinde 0-0,25 aralığına çekilen fonlama oranı karşısında tahvil çok fazla tepki vermemiş ve yüzde 4'lerin biraz altına gerilemiş, Endeks de 88 seviyesinde yataylaşmış.
Piyasalar son haftalarda şu algoritmayı tasarlıyor. FED tahvil alımını azaltacak, sonrasında faiz artırımına başlayacak, bu durumda yabancı sermaye gelişmekte olan ülkelerden çıkacak dolar değer kazanacak.
Peki, altın neden değer kazanıyor?
Hani ABD tahvillerinin reel getirileri ile negatif korelasyon vardı?
Gelişmiş ülke merkez bankalarının ekonomilere müdahale etmek için enjekte ettikleri likiditeler büyüme, enflasyon ve işsizlik oranı gibi temel makroekonomik parametreleri dikkate aldığımızda pek işe yaramadığını görüyoruz. Ama piyasaları dejenere ve deforme etmede epey işe yarıyor.